Bahargiller
Bahargiller
Benjamin’e göre kötü yazar, kendini aklına gelen birçok şeyin peşinde helak eden kişidir; iyi yazar ise düşündüğünü soğukkanlılıkla söyler ve “hiçbir zaman düşündüğünden daha fazlasını söylemez, yazdıkları da onun kendisine değil, sadece söylemek istediği şeye yarar”.
Yaratıcı yazarlık derslerinin, atölye çalışmalarının ve sertifika programlarının, buna paralel olarak yeni yazar sayısının da hızla arttığı günümüzde, “nasıl yazmalı?” sorusuyla artık daha fazla karşılaşıyoruz. Yaratıcı yazarlık kitaplarında bol bol okuduğumuz tekniklere ek olarak, kendi deneyimlerini ve yöntemlerini okuyucuyla paylaşan yazarlar da mevcut. Mimari, sanat yapıtı ve fotoğraf başta olmak üzere yaratı alanının birçok farklı başlığı üzerine denemeler yazan Alman düşünür Walter Benjamin de kendi yazarlık tekniğini 13 maddede sıralamış. Benjamin’e göre iyi bir yazar olmanın yolu, ilhamın gelmesini beklemeden, sadece yazmaktan geçiyor.
1. Büyücek bir eseri kaleme almaya girişen kimse kendini hoş tutmalı ve günlük yazacağı kadarını bitirdikten sonra kendine, yazmayı sürdürmesini engellemeyecek her şeyi bahşedebilmelidir.
2. İstiyorsan, yapıp bitirdiğin işten başkalarına söz et, ama çalışma sürdükçe bir yerlerini okuma. Bu yoldan kazanacağın her hoşnutluk çalışma hızını kesecektir. Bu düzene uyulursa zamanla artacak olan kendini anlatma isteği gittikçe, çalışmanın tamamlanmasına yarayan ek bir itici güç olacaktır.
3. Çalışma çevresi konusunda gündelik hayatın orta-kararlığından kaçınmaya çalış. Adi gürültülerin eşlik etiği bir yarı-sessizlik onur kırıcıdır. Buna karşılık bir müzik etüdünün ya da iş hayatından gelen bir ses kargaşasının eşliği, tıpkı gecenin kulakla duyulur sessizliği kadar yararlı olabilir. Böyle sessizlik insanın içindeki kulağı keskinleştirirse, o iç kulak kendi yoğunluğu sayesinde en sıradışı gürültüleri bile silip geçen bir söyleyişin mihenk taşı haline gelir.
4. Sıradan el araçları kullanmaktan kaçın. İnce eleyip sık dokuyarak belli kağıtlar, kalem uçları, mürekkeplerde ısrar etmek yararlı olur. Bu araçların lüksü aranmayabilir, ama bolluğu olmasa olmaz.
5. Kafandan hiçbir düşüncenin tebdilikıyafet geçmesine izin verme ve not defterini Emniyet’in yabancı uyruklular kayıtlarında gösterdiği sıkılıkla tut.
6. Kalemini ilhama karşı duyarsız kıl, o zaman mıknatıs gücüyle çekecektir kendisine ilhamı. Aklına gelen bir şeyi yazmakta ne kadar düşünceli bir çekingenlik gösterirsen, o ölçüde gelişip olgunlaşmış biçimde, gelip ellerine düşecektir. Söz düşünceyi fetheder, oysa yazı egemenliğine alır.
7. Hiçbir zaman, aklına bir şey gelmez olduğu için yazmayı bırakma. Edebiyatçı onurunun bir buyruğu, yazmayı ancak ya uyulacak bir saat geldiğinde (yemek zamanı, bir buluşma) ya da eser bittiğinde kesmek yolundadır.
8. İlhamın gelmediği zamanı yaptığın işi temize çekerek doldur. Sezgi bu sırada uyanacaktır.
9. Nulla dies sine linea – ama haftalar, pekâlâ geçebilir.
10. Bir esere hiçbir zaman, üzerinde bir kere akşamdan gün aydınlanana kadar oturup çalışmadan bitmiş gözüyle bakma.
11. Eserin sonunu alıştığın çalışma odasında yazma. Gereken cesareti orada toplayamazsın.
12. Yazıya geçirmenin evreleri: düşünce – üslup – yazı. Temize çekmenin anlamı, dikkatin bu sırada artık yazı güzelliğinde toplanmasıdır. Düşünce ilhamı öldürür, üslup düşünceye gem vurur, yazı üslubu ödüllendirir.
13. Eser tasarımın ölü maskıdır.
http://www.sanatblog.com/walter-benjaminden-on-uc-tezde-yazarlik-teknigi/
Bahargiller
Nuh’a Gemi Resimleri
ı
gençtim şiire hevesim vardı
büyük sözlerden utanmıyordum henüz
alnım kırış kırıştı daha o yaşta
bir nalbant çırağı kadar sıkıntılıydım
atların toynaklarını yonta yonta
çöl gemileri yapıyordum
uçan gemiler
bej üstüne lacivert duygular
bırakan ruhumda
yelkenlerine su renginde atlar koşulmuş
içimizin karanlığından türemiş
sayısız hayaletin
mağripli cinlerin isimsiz ifritlerin
kum üstünde iterek yürüttüğü
can sıkıntısı ve boğuk neşidelerle yüklü
sahra gemileri
kaleleri yıkan
şehirleri ehramları yutan
şiir sefineleri…
ıı
eğilip taşgemiden bakıyorum şimdi
bozbulanık akşam saatlerinden geçen
silinmiş istim almış – iskelede
bekliyor gemi
çelik kasların sabrıyla öyle masum ve davetkâr
bütün yükümüzü almaya hazır
yüzlerimizi çukurlaştıran hüznü
zırhlarımızı ağırlaştıran
önce kuşlarımızı uçurup dallarımızı budayıp
gövdelerimizi soyan
sonra her boya uygun
bir çarmıh mıhlayan.
(çarmıh mı dedim, bağırdım mı?
bunu yolcular duydu mu?
göğüslerine indirip kafataslarını
mahzende uyuklayan şehirliler:
mezar komşularımız
beşkırkbeş vapurunun lahûtî figürleri
şişko tezgâhtarlar ebedî kızlar daktilolar
terziler hünsa çıraklar simsarlar
memurlar kâhinler duahanlar
gözlemci melekler
ve öteki ruhaniler
ufuktan belâlanmış kavimler geçiyorlar
yoksul günümüzün dumanları içinde
kaynıyor yukarda kazan
kaynıyor ve taşıyor – melekler
sirkeciye açılan sokaklara boşaltıyorlar onu
insan eti kokan ucuz otellerden
piyango gişelerinden plakçılardan
sızan cinneti
yarı bizans yarı taşra kılan akşamı
bu borulara üflenen dakikalar
kanallardan üstgeçitlerden taraçalardan
toprağın altından, ta yedi şehir aşağılardan
sızan fışkıran akan şehirliler
mezar komşularımız
ne serin avlularda göç-ricat hutbeleri
ne inzarcı divaneleri kavmin
ne de ‘şehrin ta ucundan koşarak gelen haberci’
hiç biri
uykunun karanfil kokulu
şerbetiyle ıslanmış bıyıkları
şehre inince küçülen omuzları
ve sıkılgan elleriyle
insanın dayısına benzettiği
köylüler de yok artık
hepsi geminin karanlık mahzenine gömüldü
topkapı minibüsleri yuttu onları.
ııı
nasıl da tükenmişiz biz yolcular
mağrur perçemlerimizden tutulmuş
göğüslerimiz kurumuş
erimiş hançeremiz
göz oyuklarımıza
batan şehirlerin kumu dolmuş
asık suratlarla geçiyoruz koridorları
yorgun / inançsız
günbatımının tabanıyla ezilmiş
gözden çıkarılmış
peygamber katleden kavimler gibi
ve eriyip akıyoruz
sulardan dışarı
yorgun develerimizin
biçimsiz atlarımızın üzerinde
mağlup omuzlarımıza sitemle
göğün ağırlığını indiren
gözdağı veren
meş’um çığlıkları içinde
sahra kuşlarının
ıv
oturmak istiyorum
biraz sıkışır mısınız
bakın ellerim dolu
ellerim ceplerim ve kafam
yolcuyum/sorulur mu/nereye gidiyor bu gemi
biraz sıkışır mısınız
ruhumu kurtarmaya çalışıyorum
dualarla perhizlerle susarak somurtarak
ve gizlenerek kıyı bucak
– biz zavallı küçük sırlar –
biz zavallı sırlar
(küçük)
biraz sıkışır mısınız
öleceğim, efendim
bir gün mutlaka öleceğim
ama beşkırkbeş vapuru
– kim durdurabilir onu –
beşkırkbeşte kalkacak yine
biraz sıkışır mısınız
günahlarım
tövbelerim sadakalarım
heveslerim erdemlerim başarılarım
kâğıtlarım muskalarım madalyalarım
traşlı fotoğraflarım traşsız fotoğraflarım
ruhum cesedim göz yaşlarım
burda büyüğüm burda küçüğüm
burda büyüğüm
buraya sığarım buraya
sığarım buraya sığarım
biraz sıkışır mısınız biraz
sıkışır mısınız
biraz
sıkı
şır
mı
sı
n
ı
z
v
kalkıp bazı fikirleri bazı hacimlere
koymam gerekli
aklı sicimlerle bağlamam
kamçılamam kamçılamam
günlük hayatı balkondan yuvarlamam
delilleri yok etmem hatıraları yakmam
gerekli
gidip kâtipleri
muhasipleri uyandırmalı
karıncaları yuvadan çıkarmalı
gemiye katılsınlar
su/kereste
ve uzaklık
taşısınlar
bal güğümünü borazanımı
baltamı eşeğimi
ve önsezisini eşeğimin
almam gerekli
önce
‘gemiye bakmak’ için
su
ağaç
ve derinlik
sonra
‘gemiden bakmak’ için
susuzluk
ve
m
i
n
a
r
e
vı
düşünceyi kaptan köşküne koyuyorum
hayâlgücünü güverteye
uykuyu yelkenlere
ve ölümü dümene
sonra inip gemiye kıyıdan bakıyorum
ve bu fazlasıyla insanbiçimli
inkâr yüklü gemiyi
gaz döküp yakıyorum
şüphe’yi abesle azdırılmış zekâyı
o cam gözlü geometriyi
bin başlı levyetanı
kabaran sulara salıyorum
– biraz hafiflesin diye gemi –
sonra kırk yıl peşinde dolaşıyorum onun
ve inançla zıpkınlaya zıpkınlaya
sonunda, ‘iyi huylu’ bir merak
türetiyorum ondan
ilham’la yürüyen bir dağ,
yaklaştıkça gizemlenen ada:
yollarda bulunan
ve yollarda yitirilen ithaka
uykuyu çocuklara ayırıyorum
gençliği annelere babalara
umudu gemiden bakanlara bırakıyorum
korkuyu kıyıdan bakanlara
tufanı kendime ve biletsiz yolculara
Cahit Koytak
Yorum Yazın