Görüş Bildir
Haberler
2012 Senesinin En İyi ilk 15 Filmi

2012 Senesinin En İyi ilk 15 Filmi

26.01.2013 - 19:33 Son Güncelleme: 27.01.2013 - 03:11

Moonrise Kingdom (2012): “Royal Tenenbaum” mucizesi ile tanıdığımız Wes Anderson’ın anti-kahraman yüklü evrenine iki çocuk ve bir kaçış senaryosu yerleştiren, oradan da ‘cesur’ alt metinlere açılan alternatif bir absürt-deadpan komedi. “Moonrise Kingdom”, işlevsiz aile, çocuk büyütme teknikleri ve daha nicesi üzerine bir yabancılaşma dersi veriyor. Buradan da kısa sürede klasikleşmesi beklenebilecek bir Wes Anderson anlatısına açılıyor.

İçeriğin Devamı Aşağıda

Sürücü (Drive) (2011): Nicolas Winding Refn’in stilize güdüsüyle sarılan, özgün, sarsıcı ve zihinlerde iz bırakma garantili bir kiralık katil filmi. ‘Gangster dünyası’na Michael Mann ekolünden bir yorum olarak anılabilecek eserin müziklerini ve görüntülerini unutmak kolay değil!

Köstebek (Tinker Tailor Soldier Spy) (2011):İngiltere kaynaklı, casusluk filmlerinin “Baba”ya cevabı olarak anılabilecek eser, Thomas Alfredson’un imzasını taşıyor. “Gir Kanıma”nın başarısından sorumlu İsveçli yönetmen, burada da soğukkanlılığını ‘destansı’ bir yaklaşımla törpüleyip İngiliz Gizli İstihbarat Teşkilatı MI6’nın görevlerini masaya yatırıyor.

Kevin Hakkında Konuşmalıyız (We Need to Talk About Kevin) (2011): Anne-çocuk ilişkisinin Tarkovsky’esk bir kıyıma dönüştüğü nokta. Semboller, metaforlar ve renklerin anlam kazandığı bir Lynne Ramsay harikası. Ufak tefek eksiklerine karşın her zaman başucunuza almak isteyeceğiniz bir film.

Ejderha Dövmeli Kız (The Girl with the Dragon Tattoo) (2011): Seri katil filmlerine ‘tekinsiz’ bir üslup getirirken bunun üzerinden de işitsel dokuyu keskinleştirmesiyle sivrilen bir yönetmenlik başarısı... David Fincher’ın “Yedi”den sonra çektiği bu ‘en iyi’ polisiyenin, 2009 tarihli orijinal İsveç filmini de doğru bir şekle soktuğu görülebiliyor. Kadına uygulanan şiddet ve Nazizim gibi konularda söyledikleriyle de ayrı bir incelemeyi hak ettiği söylenebilir.

Faust (2011): Belki de sinemanın en ayrıksı Faust uyarlaması diyebiliriz. Aleksandr Sokurov’un yedinci sanatın gelenekleriyle derdi olan ‘yabancılaştırıcı’ sineması, burada iki tarafı kesilmiş eski geniş ekran formatının tam ekran formatında canlandırılmasıyla derinlik kazanıyor. Ruhani, mistik, fantastik ve imgesel bir yolculuğun ya da ‘iyi-kötü’ mücadelesinin sözünü veriyor.

İçeriğin Devamı Aşağıda

Arıza Aşk (Bellflower) (2011): Evan Glodell’ın ilk yönetmenlik denemesi, ‘buram buram yanık kokan’ görsel dokusuyla bir ihtişam aşılıyor. Filmin ‘genç kültür’ün gözünden akarken 80’lerin gençlik filmleri ile kıyamet portrelerini akla getirmesi, dilsel anlamda ilgi çekici bir eserin tanımını yapmasını sağlıyor.

Azrail’i Beklerken (Poulet aux Prunes / Chicken with Plums) (2011): Bir Acem Masalı’nın tanımını yapan eserin, Vincent Paronnaud-Marjane Satrapi birlikteliğinden çıkan dışavurumcu ve leziz bir evrene açıldığı kesin. Buradan kemancı hikayesini ‘ölümün gelmesi’ ile harmanlaması da ‘Yedinci Mühür’ün masalsı versiyonu’ tanımıyla anılmasını sağlıyor.

Prometheus (2012):‘Yaratık’ serisinin yönünü değiştiren ve her efsanenin önünde-arkasında farklı bir yol olduğunu kanıtlayan bir eser. Yüksek Ridley Scott mimarisi ile parlayan “Prometheus”, yeni “Solaris” olmak için yola çıkıyor ve insanoğlunun varoluşunu sorguluyor.

Aşk Perisi (La Fée / The Fairy) (2011): Sessiz dönemin mizah anlayışını, masalsı bir mimari ile birleştirirken, fazlaca da fiziksel komediden güç alan özel bir ‘minimalist absürt komedi’ ürünü. Dominique Abel-Fiona Gordon-Bruno Romy üçlüsü, bu üçüncü filmlerinde bir ‘fantastik aşk’ın peşine takılmakla kalmıyor. Aynı zamanda sıradan insanların hayalleri üzerine keskin bir sinema temsili de sunuyor.

Elveda İlk Aşk (Un Amour de Jeunesse / Goodbye First Love) (2011): Godardiyen bir aşk filminin tanımını yapan katıksız bir yönetmen filmi diyebiliriz. Mia Hansen-Løve’ın gözünden bir kurgu şovu sunan bu eser, mesafeler ve soyutluklar üzerinden akan parçalı bir serüvenin sözünü veriyor.

İçeriğin Devamı Aşağıda

Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir (2011): Listemizin tek Türk üyesi... Uğruna onca tartışma ve patırtı kopan İstanbul’un ‘mekanikleşme’ süreci üzerine yoğun alt metinleri olan bir belgesel... İmre Azem’in araştırma, dil ve siyasi üslup düşüncesi büyük oranda tutuyor burada. “Ekümenopolis” için gerçek bir ‘kapitalist sisteme karşı haykırış’ın adresi diyebiliriz.

Paris’te Çılgın Macera (Un Monstre à Paris / A Monster in Paris) (2011): Bibo Bergeron’dan postmodern Paris ışıklarından yükselen bir 1910 tarihli canavar filmi... Yüksek pastiş ve suç oranından ‘eğlenceli’ bir yön bulan eserin, el çizimi animasyon ve dijital sanat yönetiminin katkısıyla ‘steampunk’ ve ‘Sanayi Devrimi’ arka planlı evreniyle dikkat çektiği kesin..

Diktatör (The Dictator) (2012): “Borat”la patlayan Larry Charles-Sacha Baron Cohen birlikteliğinin Woody Allen’ın “Muz Cumhuriyeti”ne (“Bananas”, 1971) cevabı olarak anılabilir. Belgesel gerçekliği ile siyasi içeriği bir araya getiren tuvalet komedisi anlayışı, burada kurmaca bir ülke olan Wadiya’nın diktatör liderinin çevresine uyarlanıyor. Tabii ki özgün ve antolojik sahneler eşliğinde...

Pamuk Prenses ve Avcı (Snow White & the Huntsman) (2012): ‘Pamuk Prenses’ kimliğinin üzerinden isyancı, savaşçı ve feminist metinler açan, burdan da ‘Yüzüklerin Efendisi’ temsili çıkaran bir postmodern deneme. Rupert Sanders’ın ilk yönetmenlik işinde gerçek anlamda ümit vaat ederken dünyasıyla sınıfı geçtiği söylenebilir. Zira son 10 yılda fantezi-epik alanında fazla kayda değer iş çıkmadı.

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
0
0
0
0
0
0
0
ONEDİO ÜYELERİ NE DİYOR?
Yorum Yazın