Görüş Bildir

Nükleer Santral Haberleri

Nükleer Santral ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Nükleer Santral ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

Popüler İçerikler

Manisa'da Radyasyon Konusunda Tedbir Alınmalı
Manisa'nın Köprübaşı ilçesi çevresinde gerçekleştirdiğimiz bağımsız radyasyon ölçümü, bölgede kısıtlı bir alanda da olsa insan sağlığına zarar verebilecek ölçüde yüksek radyasyon bulunduğunu gösteriyor. Yetkilileri gerekli tedbirleri almaya çağırıyoruz.Manisa’nın Köprübaşı ilçesi çevresinde Şubat ayında gerçekleştirdiğimiz bağımsız radyasyon ölçümü, bölgede belli bir alanda radyasyon seviyesinin insan sağlığını tehdit edebilecek düzeye ulaştığını ortaya koydu. Geçtiğimiz aylarda bu bölgede su ve toprakta radyasyon değerlerinin normalin çok üzerinde olduğunu gösteren raporlar gündeme gelmişti. Greenpeace radyasyon uzmanları, yaptıkları incelemede havadaki gamma radyasyon değerlerine odaklandı ve konuyla ilgili bir rapor ve radyasyon haritası yayımladı.Rapora göre, elde edilen yüksek radyasyon değerlerinin bir kısmının nedeni bölgedeki doğal uranyum varlığı olsa da, en yüksek değerlerin elde edildiği alan bundan 30 yıl önce pilot uranyum madenciliği projesinin gerçekleştiği bölge.Radyasyon değerlerinin bölgedeki ortalamanın 50 katına (4 mikrosievert/saat ila 6,5 mikrosievert/saat arasında) ulaştığı bu alan, Köprübaşı ilçesi Kasar Köyü’nün 500 metre ilerisinde, hemen yol kenarında bulunuyor. Alanın yüzeyinin yapısı ve yerel halktan alınan bilgiler ışığında uzmanlar, bu alanın geçmişte uranyum madenciliği çalışmasının yapıldığı alan olduğu sonucuna ulaşıyor. Raporda, bu alanda gerekli temizliğin yapılmadığının ve yerel halkın uyarılmadığının, etrafta herhangi bir uyarı levhasının bulunmadığının altı çiziliyor.Kasar çevresinde yüzeyi bozulmamış, doğal uranyum varlığına işaret eden alanlarda ise radyasyon seviyeleri yakın çevredeki benzer alanlarda yapılan ölçümlerden 1,5 ila 15 kat daha yüksek.Greenpeace Radyasyon Uzmanı Jan Beranek konuyla ilgili şunları söyledi:“Uluslararası radyasyondan korunma prensiplerine göre radyasyonun hiçbir dozu zararsız olacak kadar düşük risk kabul edilemez. Bu yüzden, kaynağı ne olursa olsun radyasyona maruz kalma sınırı olabildiğince düşük tutulmalıdır. Uranyum madeninin çıkarılması ve işlenmesi nükleer endüstrinin kirli, küçük sırlarından biri, nükleer enerjiyi destekleyenler ve “temiz enerji” olarak adlandıranların göz ardı ettiği bir durum.”Bilimsel çalışmalar, uranyuma maruz kalan insanlarda beyin ve böbrek rahatsızlıkları, ayrıca kalp ve damar sorunları görüldüğünü ortaya koyuyor. Bu sağlık riskleri, uranyum nedenli radyasyona uzun süre maruz kalmaya bağlı olarak artıyor.Greenpeace Akdeniz Kampanyalar Yöneticisi Hilal Atıcı ise Türkiye’de yetkililerin sorundan uzun zamandır haberdar olduğunu söyledi.“Bölgede yer altı su kaynaklarında uranyum varlığına işaret eden bilimsel raporlar bulunuyor. Ancak bugüne dek bu konuda hiçbir önlem alınmadı. Bu durum bir kez daha gösteriyor ki, Türkiye'de radyasyon güvenliği konusunda yasal düzenlemelerde büyük açıklar var. Acil durumlarda kimin ne yapacağı bilinmiyor.”“Durum bu iken, Çevre Bakanlığı, nükleer santral için sicili hiç de temiz olmayan Rosatom'un sunduğu Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporuna onay vermeye hazırlanıyor. Nükleerle ilgili acil durum planları üzerine Türkiye’de yasal bir düzenleme bulunmazken nükleer santral için ÇED onayının verilmesi ileride halk sağlığı için geri dönüşü olmayacak ciddi sonuçlar doğurabilir. Nükleer santralde gerçekleşebilecek olası bir acil durumda kimin ne sorumluluk alacağı belli olmadığı için, insanlar geri dönüşü olmayacak şekilde yüksek miktarda radyasyona maruz kalabilir.”Hazırladığımız raporda yetkilileri aşağıdaki adımları atmaya çağırıyoruz.İnsan faaliyeti sonucu ortaya çıkan radyasyonlu alanlar temizlenmeli. Bu yapılana kadar da bu noktalardan geçen kişilerin radyasyona gereksiz maruz kalma durumunu engellemek için uyarı levhaları konulmalı.Yerel halk, yüksek dozlu uranyum içeren su kaynaklarını uzun süreli kullanmalarının zararları hakkında bilgilendirilmeli. Durum düzenli olarak izlenmeli ve gerek duyulursa temiz su kaynaklarına erişim sağlanmalı.Kasar yakınında çıkarılmış uranyumun Köprübaşı yakınında bir tesiste sarı pasta adı verilen uranyum konsantrasyonunu oluşturmak için kullanıldığı MTA tarafından rapor edilmiş, fakat bu işlem sonucunda ortaya çıkan radyoaktif atığın nerede depolandığı hakkında bilgi verilmemiş. Bu türden atıklar, yeraltı veya yerüstü suların kirlenmesine neden olabilir ve/veya radon gazının havaya karışması söz konusu olabilir. Bu yerin açıklanması ve bağımsız ölçümlerin yapılmasına izin verilmesi gerekmekte.Çevre Bakanı İdris Güllüce’den, çevreyi, insan sağlığını, gelecek nesilleri tehdit eden nükleer santral planına acilen dur demesini iste.
'Kanser Köy'de Ölümü Ölçtüler!
Adı Kanser Köy’e çıkan Söke’ye bağlı Kisir köyünde geçtiğimiz cuma günü yine kanserden ölen birinin cenazesi kalktı. Aynı gün, köyün Yusufalan Mahallesi’ndeki uranyum sondajlarının olduğu alanda üç farklı ülkeden, üç farklı bilim insanının, üç ayrı cihazla yaptıkları radyasyon ölçümlerinde yıllık güvenli dozun 450 katı radyasyon tespit edildi. Yaşananların büyük bir sorumsuzluğun ürünü olduğunu söyleyen bilim insanları, bölgeyi “afet bölgesi” olarak tanımladı! ÜÇ FARKLI ÜLKE, ÜÇ BİLİM İNSANI, 3 AYRI CİHAZ Evrensel’in Kisir köydeki yüksek kanser oranını ve köy yakınındaki uranyum sondajını gündeme getirdiği “Kanser Köy” haberinin ardından, bilim insanları köyü incelemeye aldı. Son olarak Fukişima’nın yıl dönümünde İzmir’deki nükleer santral karşıtı bir panele katılmak için Amerika ve Almanya’dan gelen iki bilim insanı, Kisir Köy’de ölçümler yaptı. Amerika’da yaşayan nükleer fizikçi Prof. Dr. Hayrettin Kılıç, Almanya’da yaşayan Nükleer Savaşa Karşı Uluslararası Hekimler Birliğinin Almanya Seksiyonu Üyesi Radyolog Doktor Alper Öktem ve Dokuz Eylül Çevre Mühendisliği Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Enver Yaser Küçükgül’ün yanı sıra EGEÇEP Yürütme Kurulu Üyesi Mustafa Erkalkan ile birlikte gittiğimiz Kisir köyünde, ekibe Kuşadası EKODOSD çevre örgütü temsilcileri de katıldı. Uranyum sondajı alanlarında yapılan radyasyon ölçümlerinde üç farklı ölçüm aleti kullanıldı. Daha önce Manisa Köprübaşı Kasar köyü civarında gerçekleştirilen ve 140 kat fazla radyasyon ölçümü yapan Gamma Scout adlı cihazın yanı sıra, aynı cihazdan Almanya’dan gelirken getiren ve geçtiğimiz perşembe Gaziemir’de yeniden ölçüm yapan Dr. Öktem de ayrı ayrı ölçümler gerçekleştirdi. Prof. Dr. Hayrettin Kılıç ise sayısal ölçümün yanı sıra sesle de uyarı veren GQ GMC 300 Giger Muller Counter adlı cihazla ölçüm yaptı. 450 KAT FAZLA RADYASYON! Evrensel'den Özer Akdemir'in haberine göre, Kisir köyünün yaylası olan Osmankuyusu bölgesinin girişinden itibaren artmaya başlayan radyasyon değerleri sondaj yapılan alanlarda çok yüksek oranlara ulaştı. Özellikle yörede yaşayan köylülerin 1958’li yıllarda İngilizler tarafından açıldığını söyledikleri alanlarda yapılan ölçümlerde 30, 41, 56 mikro sievert’e ulaşan değerlerde gama radyasyon ölçümleri gerçekleştirildi. İngiliz mühendislerin köylülere “Sakın bunlara dokunmayın” dediği uranyumlu taşların olduğu tepede ölçülen rakam tam 56.1 mikro sievert’e ulaştı. Ölçümü yapan bilim insanları bu değerin yıllık güvenli dozun 450 katı anlamına geldiğini belirttiler. Bölgede evi ve bahçeleri bulunan Yusuf Çenesiz adlı köylünün evindeki ocağın küllerinde, çevredeki bahçeleri birbirine ayırmak için üst üste yığılan taşlarla oluşturulan duvarlarda yüksek oranda radyasyon ölçüldü. Bu radyasyonlu alanlarda hiçbir şekilde önlem alınmazken, herhangi bir uyarı levhası da yoktu. Dere ve çeşmelerdeki sular ise insanlar ve hayvanlar tarafından kullanılmaya devam ediyor. KİRLİLİĞİN TAŞINDIĞI KESİN Ölçüm yapılan arazinin yerleşim yerinden uzak olması nedeniyle direkt etkilenim olmasa da yağmur sularıyla, rüzgarlarla, yeraltı sularıyla kirliliğin taşındığının kesin olduğunu söyleyen Prof. Dr. Hayrettin Kılıç; “Yerleşim alanlarındaki problem, besin zinciri ve radon gazı. Köydeki kanser olaylarının bu kadar artması ile doğrudan bağ kurulabilir. Yüzeydeki taşları ölçtük 56’yı gördük, 10 metre kazsaydık herhalde 1000’i bulurduk. Evlerde kullanılan taş aynı taş. Radyasyonun karıştığı alanları, suları, toprağı tespit etmek, ekilen ürünlerde radyasyon oranını ölçmek lazım” dedi. BURASI AFET BÖLGESİ! Ölçülen değerin yıl boyu insanlar için güvenli olarak kabul edilen değerin 450 katı olduğunu belirten Yrd. Doç. Enver Yaser Küçükgül, bölgedeki taramanın üç farklı ülkeden, üç farklı bilim insanı tarafından üç ayrı cihazla yapıldığının altını çizdi. Son gelişmelerle Türkiye’de bir dönem yoğun bir şekilde uranyum araştırması yapıldığını belirten Dr. Alper Öktem ise şunları söyledi; “Bu madenler rehabilite edilmeden terk edilmiş. İşte az önce karşılaştığımız olay uranyum ihtiva eden kaya parçalarını yığmışlar bir köşeye, köylüye de bunları sakın ellemeyin deyip gitmişler. Büyük bir sorumsuzluk örneği ile karşı karşıyayız. Şimdi bu işin geniş çaplı saklanması değil, üzerine gidilmesi lazım. Eğer bu sondaj kuyuları açılmasaydı toprağın üzerinde hiçbir şekilde böylesi büyük rakamlar görmeyecektik. Açıldığı için bu maden milyonlarca yıldır durduğu yerden çıkmış ve hiçbir tedbir alınmadan açıkta bırakılıp gidildiği için, suyla, rüzgarla, canlılarla çevreye yayılıyor, kontamine oluyor. Köyde kanser son derece yaygın. Daha somut adım için şunu yapmak lazım; Bir kere kaynak belli ki burası, buradan giden su. Köyde de hangi yere, hangi bitkiye, hangi toprağa veya yer altı sularına ulaştığının araştırılması lazım. Daha önce Köprübaşında TÜBİTAK destekli yapılan çalışmanın burada da bir an önce yapılması, vatandaşa durumun izah edilmesi ve icabında tahliye edilmesi gereken ev varsa tahliye etmek lazım. Burayı bir afet bölgesi olarak görüyorum!” Özer AKDEMİR | Evrensel
Milli Parklar Elden Gidiyor mu?
Milli Parklar Yönetmeliği'ne yazılan 'ucu açık' bir cümle, HES'ten TIR garajına kadar geniş bir yapılaşmanın önünü açtı. Hukukçular duruma tepkili Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından Milli Parklar Yönetmeliği’nde değişiklik yapıldı. Artık milli parklarda kamu yararı görülen, yapılmasının zorunluluk olduğu ileri sürülen her türlü yapıya izin verilecek. Radikal gazetesinden Sekan Ocak’ın haberine göre, yönetmelik dünkü Resmi Gazete ’de yayımlandı. ‘Milli Parklar Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’ adlı yeni hüküm, 1986 tarihli Milli Parklar Yönetmeliği’nin 5. maddesine yeni bir bölüm ekliyor. Eklenen bölüm aynen şöyle: “İçme suyu temini açısından yapımı aciliyet gösteren ve kamu yararı açısından vazgeçilmez ve kesin bir zorunluluk arz eden tesisler için uzun devreli gelişme planı şartı aranmaz. İlgili kurumların görüşleri alındıktan sonra yapılan bu tesisler uzun devreli gelişme planlarına işlenir.” Türkiye ’de 40 milli park var. Milli Parklar Kanunu’na göre, bir milli parkın uzun devreli gelişme planı olmadan o milli parkta yapılaşmaya, yatırıma izin verilmiyor. Yapılacak yeni yapılar da bir gelişme planı hazırlanarak inşa edilebiliyor. Kanunda açıkça belirtilen bu durum yeni yönetmelikle birlikte değişikliğe uğramış oldu. Artık kamu yararı görülen, yapılması zorunluluk olduğu belirtilen yeni yatırımlar için ‘gelişme planı’ şartı aranmayacak. ‘Tam bir felaket’ Hukukçular duruma tepkili. Tunceli’de özellikle Munzur Vadisi Milli Parkı sınırları içinde baraj ve HES’lere karşı mücadele veren avukat Barış Yıldırım , şunları söyledi: “Bu yönetmelik Milli Parklar Kanunu’nun 4 maddesini by-pass ediyor. Kanun milli parklarda uzun devreli gelişme planı olmadıkça milli parkta herhangi bir yatırıma izin verilmeyeceğini belirtiyor. Bir yönetmelik kanunun üstünde olamaz. Açıkça hukuka aykırı bir düzenleme. Yeni yönetmelikte içme suyu gibi masumane bir ifade kullanılmaya çalışılıyor. Ancak ortada kötü niyet var. İfade çok karışık yazılmış. Ve bu durum da bilerek yaratılıyor.” Ekolojik açıdan da yeni yönetmeliğin tam bir felaket olduğunu savunan Yıldırım, şöyle devam etti: “Uzun devreli gelişme planları milli parkların anayasası sayılır. Bu planlarla bir milli parkta yapılacak yapının tüm etkileri tek tek belirlenir. Bilim insanları tarafından hazırlanan planlar artık önemini yitiriyor. Kamu yararını kim saptayacak? Bu yönetmelik milli parklar statüsünü ortadan kaldırıyor. Munzur’da yapılmak istenenlere kılıf da bulunmuş oldu. Danıştay’da dava açacağız. Küre Dağları, Kaçkar’lar, Beydağları’nda tartışmalı yatırım projeleri vardı. Uludağ Milli Parkı’na şimdi ‘Kamu yararı vardır’ dedikleri bir otel yapabilecekler.” “Daha fazla korunma bölgeleri ilan edilmesi gerekirken, mevcut korunan alanları ‘kamu yararı’ gibi son dönemde kötüye kullanılan bu tabirle yok ediyorlar. Çevre hukukçuları olarak bu konuyu en kısa zamanda tartışacağız.” Avukat Ocak, Enerji Piyasası Danışma Kurulu’nun lisans verdiği termik santral, enerji nakil hattı gibi tüm yatırımlarda kamu yararı kararı bulunduğuna da dikkat çekti: “Elektromanyetik alan oluşturan enerji nakil hakları artık milli parklardan geçebilecek. Ya da kömürle çalışan bir termik santral, milli park sınırları içine kurulabilecek. Nükleer santral, HES gibi kamu yararı görülen her şey yapılabilecek. Yani aklınıza ne geliyorsa yapılabilecek. Örneğin, Samsun’da bir köye ‘Kamu yararı’ var denilerek TIR garajı yapıldı. Devlet hiçbir zaman kendini mevzuatlarda sınırlandırmıyor. Geniş bir alan bırakıyor. Düzenleme yalnız içme suyuyla ilgili olsa ‘içme suyu ve içme suyu ile ilgili kamu yararı görülen...’ diye yazılırdı.”Serkan Ocak | RadikalKaynak: T24
'MİT Yasası Sadece MİT'i Koruyor'
HDP Eşgenel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, MİT Kanun Teklifi'nin Kopenhag Kriterleri'ne aykırı olduğunu savunarak, 'Tayyip Erdoğan'ın kendisini haremini korumak için yaptığı bu yasama girişimleri Abdülhamit'in yıldız teşkilatını hatırlatıyor. Bu baskı yasalarını çıkartıp bunların çözümü güvence altına almak için yapıldığının söylenmesine biz ancak gülebiliriz. Bu yalnızca MİT'i güvence altına alıyor' dedi.BDP grup toplantısına Selahattin Demirtaş katılmadı. Grupta konuşmayı HDP Eş Genel Başkanı Kürkçü yaptı. İlk olarak Kürtçe olarak 'hoşgeldiniz' diyen Kürkçü, 'Partimiz bütün linç girişimlerine karşın ispatı vücud etmeyi başardı. Partimiz yola koyulurken, ofiste piyasaya yapmaya benzemeyeceğini biliyorduk. Ne kadar ayrı cephelerden görünseler de birbirlerini bir orkestra gibi bütünleyeceklerini tahmin edemezdik' diyerek şöyle devam etti: 'Saldırganlıktan önlemekten başka bir görevi olmadığı halde kontrollü siyaset yapan hükümete yandaş medyaya inat seçim sonuçlarının da gösterdiği gibi vardık, varız var olacağız. HDP'ye yalnızca küçük bir bölüm 'evet seni tanıyoruz, inanıyoruz' demiştir. HDP'nin yerel yönetim adaylıklarını talip olmuş bütün herkese güveniyoruz. Gezi isyanıyla birlikte gözlerini siyasete açmış kuşaklarımızın CHP cemaat ortaklığının velvelesine kapılarak sermayenin adaylarına gitmiş olmaları nedeniyle geçlerden umudumuzu yitiremeyiz. Partimiz toplumsal ve politik muhalefetin çoğunu yapmadıkça başlı başına bir çekim merkezi olmayı başaramayacaktır. İlk işimiz kendimize çeki düzen vermektir. Parlamento ve parlamento dışında örgütlenmemize çeki düzen vermeliyiz. Yerel seçimlerle Cumhurbaşkanlığı seçimleri arasında soru aynı. Türkiye demokrasiye yolunda mı ilerleyecek yoksa git gide faşizme açılan bir yönetime mi girecek? Seçim sonuçlarının gösterdiği AKP'nin Tayyip Erdoğan'ın gösterdiği yolun çıkmaz sokak olduğudur. Erdoğan'ın referanduma dönüştürdüğü seçimler AKP'ye toplumsal desteğin zayıfladığını gösterdi. Çözüm ve barış süreci olmasaydı, yolsuzluk ve rüşvet batağına saplanan AKP ayakta duramazdı. AKP tabelalarının ineceği günler çok uzakta değildir. Kürt sorunu ve kalıcı barış başka bir bahara ertelenemez. Ağustos'ta Çankaya koltuğuna oturacağı sorunu bu ülkenin asıl sorunu değildir. asıl sorun kalıcı barış ve çatışmasızlık, çözüm süreci nasıl ilerletileceğidir. Bu ülkenin Çankaya yolunda koltuk sevdasında terleyen cumhurbaşkanı sevdalılarına ihtiyacı yok. Hükümetin son aylardaki icratına baktığımızda Irak ve Suriye'de gerginlik var. Karakol inşaatlarının hızlanması bu inşaatları protesto eden halka sert müdahale edilmesi gerginliği artıyor. Çözüm isteyen hükümet karakol yapmaz, sınıra asker yığamaz. Çözüm isteyen hükümet parlamentoda bu kapsamda yasalar yapar.' Hakkari'de yaşanan gerginliğe değinen Kürkçü, 'Azat Karagöz adlı bir çocuk polisin attığı bir gaz bombasıyla yaralandı. Barış ağır yara alabilir. Uyarıyoruz Hakkari valisini görevden alın bir şeyler alın. Yoksa doğacak her türlü husumetten hükümet sorumlu olacak. Burada paralel değil hükümet sorumlu olacak' dedi. Kürkçü konuşmasına şöyle devam etti: 'Bıktık artık bu paralel yapıdan Hükümet AYM'yi havaya uçurmaya çalışıyor. Hükümetin aldığı yasakların kaldırılması ve HSYK'deki değişikliklere gayri milli demek Ergenekon ağzından konuşmak. Temel hak ve hürriyetler meselesi gayri millidir. Bu evrenseldir. Bu Ergenekon ağzıyla konuşmak olabilir. Artık ağız ağıza olmaya başlamışlardır. Bundan barış doğmaz. Twitter ve Youtube'nin vergi ödemesi için bu kararları verdiği söylemi gerçeği yansıtmıyor. 50 milyon dolar vergi gelecek.' MİT KANUN TEKLİFİ- Halen TBMM Genel Kurulu'nda görüşülen MİT Kanun Teklifi'nin Türkiye'nin uymayı tahahüt ettiği Kopenhag Kriterleri'ne aykırı olduğunu hatırlatan Kürkçü, 'Tayyip Erdoğan'ın kendisini haremini korumak için yaptığı bu yasama girişimleri Abdülhamit'in yıldız teşkilatını hatırlatıyor. Teşkilat Abdülhamit için çalışanlar ve çalışmayanlar diye ayrıldı. Yurt dışında muhalifleri takip etti. Yılda 3 binden fazla jurnal işleyen bir özel teşkilata dönüştü. Bu baskı yasalarını çıkartıp bunların çözümü güvence altına almak için yapıldığının söylenmesine biz anca gülebiliriz. Bu yalnızca MİT'i güvence altına alıyor' dedi. Kürkçü şöyle devam etti: 'Bizim vekillerimiz İmralı'ya gidip gelen temsilcilerimiz yalnızca halka bağlıdırlar. devletin kendi işbirlikçilerini güvence altına almaya çalıştığı bir yasa bizim için güvence değil olsa olsa tehdit olabilir. BDP bir yasa önerisi sundu. Süreci güvence altına alacak olan budur. Biz bu yasanın çıkarılmasını istiyoruz. Bu yasadan başka hiçbir yasa bizim işimizi görmez. Halkı bununla kaldıramazlar. MİT, HSYK ve sosyal medya yasaklarına karşıyız. Anayasa mahkemesi bu kararları bozarsa helal olsun. Hükümete sınırlarını hatırlatacak bir güce ihtiyaç var. Biz daha çok demokrasiyi daha çok güvence altına almak için bütün yargıçların seslerini çıkarmaya devam etmelerini isteriz.' Savaş yürüten bir hükümet barışı kuramaz. Savaş siyasetine taban oluşturan hala hiçbir aşınma yok. İki gündür Diyarbakır'da yerel yönetimi devralan Kışanak'ın yeni yönelişler için gerek yandaş gerek hükümet tezleri bir tür linç ile bastırmaya çalışıyorlar. Kışanak'ın yanındayız. Onların bütün talepleri bizim de talebimizdir. Bu kadar açık demokratik çağdaş modern dünyanın bütün ülkelerinde uygulanan kendi yerel yönetimi başkanlığıyla gündeme getirmesini harp havasına sokması anlaşılmaz. Halk kendi kendini yönetecekse kendi kaynaklarına tasarruf edecek, olmayan kaynakları da merkezi hükümetten isteyecek. Mesele asla ve asla petrolden pay meselesi değildir. Petrol payı zaten Amed'indir. Devletin aldığı hakkın yüzde 50'si merkezi bütçeye yüzde 25 köy ve yüzde 25'de il özel idareye aktarılıyor. Yerel yönetimlerin bu kaynaklara tasarruf etmesinin hakkı olduğu. yerel hükümetin bu kaynakları tasarruf etmesini istemektedir. Bütün bu kaynaklar belediyeye gönderebilir. Açın iller iradesi yasasını bakın, yerelde çıkartılan bütün madenlerden elde edilen gelirlerin yarısı yerelde kalır. Halkın hakkı halka, devletin hakka devlete adil bir bölüşüm yapılabilir. Bir asra yakındır süren bir sömürgecilik uygulamasının tanzimi, buradan sömürülen maddi ve manevi kaynakların telafisi gereklidir. Enerji bakanının sözleriyle evet Antalya evet Mersin'in evet İstanbul'un da ihtiyacı var. Antalya'nın bütün parlaklığı kıyılarda. Oradaki asıl halk bütün kaymak ziyafetinin yanında açlıktan kavruluyorlar. Yasak olan sömürüdür, faşizmdir. Utanın be utanın. Mersin özerk bir yönetime sahip olsaydı. Nükleer santral oraya kurulamazdı. Mersinin yüzde 90'ı bu santrale karşı. Ama enerji bakanı bu santrali buraya yapmakta kararlı.Türkiye nükleer kulübe katılmak istemektedir. Nükleer bomba yapma potansiyelini elde tutmak istemektedir. Hepsi bundan ibarettir. Özerk bir mersin ve özerk bir mersin yönetimi bunu durdurabilirdi. Aynı şey Karadeniz kırları için de geçerli HES yapımları durdurulabilirdi. Bütün bunlar doğada kalabilirdi. Yerel yönetim ve özerk yönetim tartışmasını bu şekilde boğmaya kalkmayın. Bu adil sözleşme olmadıkça Türkiye şimdiki cehennemi içinde boğulmaya devam edecektir. Türkiye'de güvencesiz çalışma bir kural haline gelmiştir. Bütün işçi cinayetlerinin sebebi güvencesiz çalışmadır. 1 Mayıs'ta taksimin işçileri verilmeyeceğini gaza boğan vali ilan etti. Yenikapı'ya gideceğiz balıklarla miting yapmaya. öyle yağma yok. İşçiler nerede isterse orada miting yapılacak. İstanbul valisi mutlu bey tarafından ellerinden alınmakta. vali ne kadar çok hak çiğnerse o kadar mutlu oluyor. İşçiler taksimde olmayı istiyor. Tayyip Erdoğan'ın böyle demokrasi ile diktatörlük arasında gidip gelmesine alıştık. Şimdiden söylüyoruz 1 mayısta Türkiye'nin gerilmesini istemiyorsak işçilerin orada bulunmasına yönelik tedbirlerin alınması gerekir. Hükümetlerin görevi toplantı ve gösteri haklarının kullanmasını sağlamaktır. İşçilerin haklarının kullanılması önlenmeye çalışılmamalıdır. Hep birlikte 1 Mayıs'da alanda olacağız.' (ANKA)
Japonya’dan Uyarı: "Sattığımız İçin Utanıyoruz, Nükleer Enerji Felaketiniz Olur"
Türkçe bir video hazırlayan Japon vatandaşları Fukuşima’da yaşanan nükleer felaketi hatırlatan bir video hazırlayarak Japon Başbakan’ın Türkiye’ye nükleer santral satmasından dolayı utanç duyduklarını dile getirdiler. Japonların hazırladığı videoda Fukuşima nükleer felaketini yaşayanlar Türkiye’de kurulması planlanan nükleer santralin bir başka felaket olacağı konusunda Türkiye’yi uyarıyor.  (Kaynak: Telegrafhane.org)
Sinop'ta Binlerce Kişi ‘Nükleer'e Hayır’ Dedi
Sinop’ta, Çernobil faciasının 28′inci yıl dönümünde, kente yapılması planlanan nükleer santrale karşı miting düzenlendi. Çok sayıda ilden binlerce kişinin katıldığı mitingde Sinop’un İnceburun ve Mersin’in Akkuyu mevkiine yapılması planlanan nükleer santraller protesto edildi.Diyojen heykeli önünde toplanan kalabalık, ‘Nükleere inat yaşasın hayat’, ‘Susma haykır nükleere hayır’ ve ‘Yaşamak için nükleerden vazgeçin’ sloganları atarak Uğur Mumcu Meydanı’na kadar yürüdü. Meydanda toplanan protestocular, ‘Sinop nükleer santral istemiyor’, ‘Nükleere hayır yaşama evet’ dövizleri ve pankartları taşıdı. Mitinge Sinop’un dışında İstanbul, İzmir, Trabzon, Samsun, Ordu ve Ankara gibi çok sayıda ilden nükleer karşıtları katıldı. Mitingde konuşan Nükleer Karşıtı Platform Dönem Sözcüsü Zeki Karataş, şunları söyledi: “Bugün burada 28 yıl önce gerçekleşen Çernobil faciasını anmak ve ülkemize yapılması planlanan nükleer santrallere karşı olduğumuzu göstermek için toplandık. Bize destek veren binlerce nükleer karşıtı vatandaşımıza teşekkürlerimizi sunuyorum. 2011 yılında Japonya’da gerçekleşen Fukuşima nükleer santral kazası birçok şeyin değişmediğini bir kez daha gösterdi. Yine halk kaza sonrası bölgeyi boşalttı. Toprağa, okyanusa radyasyon geçti. Yine dünyanın bütün egemenleri, insanlar bir şey öğrenmesin diye canını dişine kattı. Yine radyasyon yiyen halklar oldu, börtü böceği sayan olmadı. Yıl 2011′di, ülkemiz yöneticileri nükleer santral kurma ısrarlarını yenilediler. Bekarlığın nükleerden daha riskli olduğunu dinledik, bakanlardan. Tüpgaz patlamasıyla nükleer santral patlaması arasında kurulan derin bağlantı, darbeci generallerin bile aklına gelmemişti. İşte böyle bir ülkede kurulmak istenen santralin patlaması bizleri şaşırtmamalı, endişelendirmeli. Bütün egemenler aynı hayallerindeki dünyayı kurduklarında artık hiç kimse insan formunda olmayacak. Sınırsız sermaye biriktirme hırsına kapılanlar dünyanın sonunu getirecek. İşte bu nedenlerdendir ki Sinop İnceburun mevkiini de içine alan 60 kilometrekarelik alanı yok etmek istiyorlar. Aralık 2013 tarihi itibari ile 10,5 kilometrekarelik alan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na 36 ay süre ile devredilmiştir. 10,5 kilometrekarelik alanda deyim yerinde ise ormanlarımız, yaşam alanlarımız nefes almak için var olan alanlarımız traşlama dediğimiz yöntemle katledilmektedir. Onlar ise bu işe endüstriyel plantasyon sahasındaki planlı ormancılık faaliyetleri diyorlar. Varsın öyle desinler yalanlarına inanmıyoruz.” Elektrik Mühendisleri Odası Genel Başkanı Cengiz Göltaş ise ‘Sinop’un sözünü söylediğini’ hatırlattı. Kentin 2006 yılındaki nükleer karşıtı mücadelede yapılan ilk mitingden bu yana kararlılığını sürdürdüğünü ifade eden Göltaş, “Bizler yenilenebilir enerji kaynakları derken, güneşi, rüzgarı, jeotermali işaret ederken, enerjiyi verimli kullanmak derken, biz insanı ile doğasıyla barışçı dost bir yaşamdan bahsederken, sizler aslında bizlerin sözlerinin hepsini biliyorsunuz. Ama bilmeyenler, rant lobileri var. Biz AKP iktidarının yıllardır ısrarla sürdürdüğü nükleer santral kurma girişimine karşı yaşamın her alanından bir araya gelen bu ülkenin namuslu insanları, bilim insanları, sanatçıları, yaşamın her alanında nükleer santrallerin bir ihtiyaç olmadığını, siyasal bir tercih olarak dayatıldığını savunmaya devam edeceğiz” dedi.zete.com
Enerjide Kriz Kapıda, İçme Suyu Sıkıntısı Da Cabası
CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran​, kış ve bahar aylarında yaşanan yağış azlığı nedeniyle beliren kuraklık tehlikesine rağmen hükümetin ilgili bakanlarının gayriciddi açıklamalarla konuyu geçiştirdiğini belirterek, yaklaşan enerji krizi ve içme suyu krizine dikkat çekti. CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, konuyla ilgili olarak çözüm önerilerini de içeren ​yazılı bir açıklama yaparak şunları kaydetti:Türkiye bu yıl eşi görülmemiş bir kuraklık felaketi ile karşı karşıya… Kuraklık, Türkiye’yi enerjide de krizle karşı karşıya bıraktı. Barajları besleyen su miktarı yaklaşık yüzde 60 azaldı. HES’ler kuruyor. Elektrik açığını kapatmak için ithalata başvurulacak, doğalgaz santrallerine ağırlık verilecek, bu durum nükleer santral için de bahane yapılacak. Kuraklığın tarımda yol açtığı felakete karşı önlem almayan AKP hükümeti, enerjide de aynı tavrı sürdürüyor. Konuyla ilgili iki bakan sorumsuzca, gayriciddi açıklamalarla adeta tuluat yapıyor, Karagöz-Hacivat oyunu oynuyor, kafa karıştırıyor. Enerji Bakanı Taner Yıldız, elektrik üretimi düşecek diyor, “İran ve Gürcistan’danithalat” diyor. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ise tersini savunuyor; su sıkıntısı olmayacağını iddia ederek “Barajlar dolu, istenen oranda enerji üretilebilir” diyor. Büyükşehirlerde içme suyu sıkıntısı yaşanmayacağını da savunan Eroğlu, “İstanbul’da su kesilirse bıyıklarımı keserim” diye iddiaya giriyor. HES’ler elektrikte maliyetleri dengeleyen en önemli unsur. Ancak kuraklık nedeniyle barajlarda yeterli su birikmemesi, tamamen dışa bağımlı olduğumuz doğalgaza talebi daha da artırdı. Doğalgaz ve diğer ithal ürünlere dayalı her birim üretim artışı, mevcut konjonktürde zam demek ve tüketicinin aleyhine. Doğalgazın payının asıl yaz aylarında artacak olması, elektrik birim maliyetlerini artıracak ve herkesi olumsuz etkileyecek, konutlar, sanayi ve diğer kesimlerin elektrik faturası kabaracak. Enerjide bir yandan talebin karşılanması riske girerken diğer yandan da zam baskısı giderek artıyor. AKP hükümetinin plansız elektrik politikaları nedeniyle tüketiciler bu yıl zor bir yaz geçirecek. AKP hükümetinin ne kuraklıkla mücadele eylem planı var ne enerji tasarruf planı ne de enerjide arz güvenliği ve ülke yararını gözeten planlı enerji politikaları… Enerji alanındaki sorunların çözümü için hükümet, sivil toplum kuruluşları, özel sektör, üniversiteler, meslek birlikleri ve ilgili diğer tüm kuruluşlarla koordinasyonu sağlayarak hem uzun vadeli planlar oluşturmalı, hem de kuraklık nedeniyle ufukta beliren krize karşı kısa vadeli önlemler için hızla harekete geçmelidir. Türkiye tarımını vuran kuraklık felaketi, enerjide de ülkeyi krizin eşiğine getirirken,  AKP hükümeti bu konuda da ciddi önlemler alma ihtiyacı duymuyor. Hükümetin ilgili bakanları bu konuda kolaycı ve sorumsuz açıklamalarla kafa karıştırıyor, birbirini çürüten ifadelerle adeta Karagöz-Hacivat oyunu oynuyor. HES’LER KURUYOR Kış mevsiminde  kar ve yağmurun yeterince yağmaması yanında, mevcut suyun plansız kullanımı Türkiye’yi elektrikte de bir krizle karşı karşıya bıraktı. Türkiye’nin elektrikte yaklaşık 64 bin megavatlık (MW) kurulu gücü içinde HES’lerin payı 22 bin MW ve toplam 910 santralin yarıya yakınını HES’ler oluşturuyor. TEİAŞ verilerine göre 2013 yılında elektrik enerjisi tüketimi önceki yıla göre yüzde 1,3 artarak 245.5 milyar kWh, tüketimi ise yüzde 0,1 azalarak 239,3 milyar kWh olarak gerçekleşti. Geçen yılki elektrik enerjisi üretiminin yaklaşık yüzde 25’ini HES’ler gerçekleştirdi. Oysa kuraklık nedeniyle HES’ler kuruyor. 2013’ün son çeyreği ve bu yılın ilk dört ayına yağışların yetersiz kalması nedeniyle hidroelektrik santrallerini besleyen su miktarının yaklaşık yüzde 60 azaldığı bildiriliyor. Su yetersizliği nedeniyle bazı HES’lerin üretimi durma noktasına geldi. Özellikle; elektrik üretiminde önemli bir paya sahip olan Keban Barajı’nda su seviyesinin 10 metreye gerilediği dikkati çekiyor. Keban, Atatürk, Karakaya ve Birecik barajlarının yeterli su olmadığı için üretim yapamaması durumunda ciddi elektrik kesintileri yaşanabileceği belirtiliyor. Uzmanlar bu ihtimale işaret ediyor ve uyarıyor. HES’lerin elektrik enerjisi üretiminde yaşanacak yüzde 10’luk bir düşüş bile 6 milyar kilovatsaate karşılık geliyor. DOĞALGAZA YÜKLENİLECEK, İTHALATA BAŞVURULACAK Bu yıl ihtiyaç duyulan elektriğin ağırlıklı olarak su, doğalgaz ve kömürle çalışan santrallerden karşılanması planlanıyordu. Ancak yağışların yetersiz kalması, elektrik enerjisi arz talep projeksiyonlarını altüst etti. Ortaya çıkan elektrik açığının doğalgaz ve ithalatla kapatılması gündeme geldi. Yaz aylarında doğalgaz santralleri daha fazla çalıştırılacak. Rusya ve Ukrayna arasındaki sorunlar nedeniyle doğalgaz arzında sıkıntı yaşanması ihtimali üzerine elektrik ithalatının artırılmasına karar verildi. Rusya-Ukrayna krizinde herhangi bir kesinti yaşanmaz ise Türkiye yaz aylarında elektrik ihtiyacının önemli bir bölümünü doğalgazla çalışan santrallerde üretecek. Ayrıca İran, Bulgaristan ve Gürcistan’dan daha fazla elektrik alınması öngörülüyor. ELEKTRİK FATURALARI KABARACAK Ancak kurdaki yükseliş nedeniyle doğalgazla üretimin maliyeti hızla artıyor. Kur artışlarının önümüzdeki dönemde doğalgaz fiyatlarına daha fazla yansıması bekleniyor. Türkiye’nin elektrik enerjisi üretimin yaklaşık yüzde 61’i yabancı, yüzde 39’u ise yerli kaynaklarla gerçekleştiriliyor.Hidroelektrik santraller elektrikte maliyetleri dengeleyen en önemli unsurdu. Ancak kuraklık nedeniyle barajlarda biriken suyun bu yıl tahminlerin çok altında kalması, tamamen dışa bağımlı olduğumuz doğalgazın elektrik enerjisi üretimdeki payını artırdı. Doğalgaza ve diğer ithal ürünlere dayalı her birim üretim artışı, mevcut konjonktürde zam anlamına geliyor ve tüketicinin aleyhine bulunuyor. Doğalgazın payının asıl yaz aylarında artacak olması, elektrik birim maliyetlerini artıracak ve herkesi olumsuz etkileyecek, konutlar, sanayi ve diğer kesimlerin elektrik faturası kabaracak. Enerjide bir yandan talebin karşılanması riske girerken diğer yandan da zam baskısı giderek artıyor. AKP hükümetinin plansız elektrik politikaları nedeniyle tüketiciler bu yıl zor bir yaz geçirecek. İÇME SUYU TEMİNİNDE DE CİDDİ RİSK VAR Yağışsızlık, tarım ve enerjinin yanı sıra içme suyu teminini de riske soktu. Kış aylarında kar yağmaması ve bahar aylarında yağışların mevsim normallerinin altında kalması üzerine hükümet umudu Mart ve Nisan yağmurlarına bağlamış, Orman ve Su İşleri Bakanı Eroğlu, halkı “yağmur duasına çıkmaya” çağırmıştı. Ancak, yeterli yağış olmaması nedeniyle özellikle büyük şehirlere içme suyu sağlayan barajların geçen yıl yüzde 90 olan doluluk oranı bu yıl yüzde 30’lara geriledi. Barajların doluluk oranı 22 Nisan itibariyle İstanbul’da yüzde 31. Ankara’ya su sağlayan barajlardaki doluluk oranı ise yüzde 34 dolayında. Sakarya ve Kocaeli’ye su sağlayan Sapanca Gölü’nün su seviyesinin kritik noktaya indiği bildiriliyor.Önlem alınmaması durumunda yaz aylarında sağlıklı içme suyuna erişimin zorlaşacağı ve büyük şehirlerde su kesintilerinin gündeme geleceği görülüyor. KRONİK KURAKLIK TEHLİKESİ KAPIDA, HÜKÜMETİN ÖNLEMİ YOK Türkiye genelinde yağışlarda ciddi bir düşüş yaşanmasından dolayı bu yıl su kaynaklı elektrik üretimi olumsuz etkilenirken, bunun arızi bir gelişme olmadığı, izleyen yıllarda Türkiye’nin kronik bir kuraklık ve su sorunu ile karşı karşıya kalacağı konusunda uzmanlar uyarıyor. AKP hükümeti ise bu soruna uzun vadeli ve etkili çözümler geliştirme yönünde adım atmıyor. Türkiye, iklim değişikliği ve küresel ısınma yüzünden giderek artan büyük bir kuraklık tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporuna göre, Türkiye’nin çoğu bölgesinde kuraklık 10 kattan fazla artış gösterecek. Her 100 yılda bir gerçekleşen aşırı kuraklık, 10 yıldan birden de daha sık yaşanır hale gelecek. Binlerce bilim insanının oluşturduğu IPCC’nin raporu bunu vurguluyor. KARAGÖZ-HACİVAT TULUATI İZLİYORUZKuraklığın tarımda yol açtığı felakete karşı ciddi bir önlem almayan AKP hükümeti, aynı tavrı enerjide de sürdürüyor. Enerji Bakanı Taner Yıldız, elektrik üretimi düşecek diyor, İran, Bulgaristan ve Gürcistan’dan elektrik ithalat edileceğini söylüyor. Yıldız, “Biz 400 MW kadar İran’dan elektrik alabilecek bir yapıyı hazırlamış bulunuyoruz. Önümüzdeki yaz kuraklıktan kaynaklanan elektrik üretimi kısıtlaması olursa buradan bir kısmını telafi etmeyi düşünüyoruz” açıklaması yaparken, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ise tersini savunuyor; su sıkıntısı olmayacağını iddia ederek “Barajlar dolu, istenen oranda enerji üretilebilir” diyor. “Enerji ithalatına gerek yok” diyen Eroğlu, Büyükşehirlerde içme suyu sıkıntısı yaşanmayacağını da savunan Eroğlu, “İstanbul’da su kesilirse bıyıklarımı keserim” diye iddiaya giriyor. Konuyla ilgili iki bakan sorumsuzca, birbirini yalanlayan, gayriciddi açıklamalarla adeta tuluat yapıyor, Karagöz-Hacivatoyunu oynuyor, kafa karıştırıyor. AKP’NİN YANLIŞ ENERJİ POLİTİKALARININ FATURASI AĞIR OLACAK AKP hükümetleri her akarsuya HES yapma saplantısı ile hareket etti. Diğer sürdürülebilir enerji kaynaklarının üretimdeki payı artmadı. Sürdürülebilir enerji kredilerinin tamamına yakını HES’lere plase edildi; güneş ve rüzgar projelerine hak ettiği önem verilmedi. Türkiye’nin güneş enerjisi ekonomik potansiyeli, hidroelektrik enerji potansiyelinin 2.5 katı. Oysa elektrik enerjisi üretiminin yaklaşık yüzde 25’i HES’lerden elde edilirken, güneş enerjisinin payı sadece yüzde 0.3 düzeyinde bulunuyor. ENERJİDE SORUN YAPISAL Türkiye’nin enerji talebinin büyük bölümü fosil kaynaklardan karşılanıyor. Bunların başında doğalgaz geliyor. Fosil kaynakları yetersiz olduğu için de Türkiye enerjide yüzde 73 oranında dışa bağımlı durumda. Bu bağımlılık ülkemizin siyasi ve ekonomik özgürlüğünü tehlikeye atıyor. Enerjide dışa bağımlılığın faturası oldukça ağır... 2013 yılında enerji maddeleri ithalatına ödenen döviz  56 milyar dolarla toplam ithalat faturasının yüzde 22’sini oluşturdu. Türkiye’nin enerji alanındaki başlıca sorunları şunlar: Enerjide yüksek oranda dışa bağımlılık Arz sıkıntısı Yerli ve yenilenebilir kaynaklardan yeterli düzeyde yararlanılamaması Gerçekçi, uzun vadeli, yeterli, etkin enerji politikalarının olmayışı Enerji verimliliğinin etkin biçimde uygulanamaması Kamuda kurumlar arası koordinasyonun yetersizliği Özel sektör için yeterli destek ve teşvik mekanizmalarının uygulanamaması Sektörde uzman eksikliği Bu sorunlara yeterli çözüm politikalarının geliştirilememesi durumunda izleyen yıllarda ülkemiz çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalacak. AKP hükümetinin ise kuraklıkla mücadele eylem planı olmadığı gibi enerji tasarruf planı da yok… AKP hükümetinin enerjide arz güvenliği ve ülke yararını gözeten planlı enerji politikaları zaten hiç ortada yok… PEKİ SORUNLAR NASIL ÇÖZÜLÜR? Enerji alanındaki yapısal sorunların çözümü için hükümet, sivil toplum kuruluşları, özel sektör, üniversiteler, TMMOB ve ilgili diğer tüm kuruluşlarla yeterli koordinasyonu sağlayarak, hem uzun vadeli planlar oluşturmalı, hem de kuraklık nedeniyle ufukta beliren krize karşı kısa vadeli önlemler için hızla harekete geçmelidir. Öncelikle şu adımlar acilen atılmalıdır: Gerçek anlamda rekabetçi bir piyasa oluşması sağlanarak üreticiye-yatırımcıya yatırım yapılabilir bir piyasa, tüketiciye de kaliteli hizmet sunumu sağlanmalıdır. Kuraklık vb. durumlar nedeniyle oluşan enerji açıklarını kapatmak için ithalata sarılmak yerine ve genel anlamda verimli kullanım için enerji tasarrufuna gidilmelidir. Türkiye'nin ithalata bağımlılığının azaltılması ve mevcut tüketimin 3.5 katına erişen yerel, yenilenebilir enerji kaynakları geliştirilmelidir. Dışa bağımlılığı azaltmak için yerli ve yenilenebilir enerji kaynakların kullanımının artırılması ve önümüzdeki yıllarda stratejik hale gelecek suyun kullanımını azaltmak için rüzgar, güneş, jeotermal HES dışı sürdürülebilir enerji kaynaklara yatırım yapacaklara hızlı biçimde lisans verilerek bu yatırımların önünün açılması gerekiyor. Çevre ve ekonomi açısından sürdürülebilir bir enerji politikası için karbon salınımlarının azaltılması, kaynaklar geliştirilirken çevrenin dikkate alınması, sürdürülebilir yaşam hedeflenmelidir. Yenilenebilir enerjiye daha büyük teşvikle ve bununla paralel olarak yerli imalatın geliştirilmelidir. Devlet, yeterli destek ve teşvik mekanizmaları oluşturarak özel sektör yatırımlarının önünü açmalı; enerji yatırımlarına engel oluşturan durumları ortadan kaldırmak için yeterli düzeyde ve uygulanabilir yasalar çıkarılmalıdır.Türkiye'nin komşularıyla ilişkilerine ve AB'ye katılım müzakerelerinde enerji faslının açılmasına katkıda bulunacak, entegre bir dış enerji politikası geliştirilmeli, dış politika ile enerji politikasının bütünleşik yapısı dikkate alınmalıdır.Ortadoğu’da özellikle komşu ülkelerde yaşanan terör, savaş gibi siyasi hareketlilikler, petrol ve doğalgaz gibi ürünlerin arzını güçleştirmektedir. Herhangi olumsuz bir süreçte Türkiye büyük bir elektrik ve enerji sorunuyla karşı karşıya kalabilir. Bu yüzden Türkiye, bölgede teröre ve savaşa destek vermek yerine, barışa ve istikrara oynamalıdır. Türkiye çoğu yenilenebilir olan pek çok yerel enerji kaynağına sahip, ancak çevre ve toplumsal boyutları görmezden gelen 'sorumsuz' politikalar sebebiyle insanlar kendi bölgelerinde her türlü enerji tesisinin inşasına haklı olarak karşı çıkmaktadır. Bu nedenle hidrolik santrallerde havza planlaması, ÇED, bilimsel can suyu hesabının olmazsa olmaz olduğu kabul edilmelidir. Tarım, orman arazilerine, SİT alanlarına, balık üreme bölgelerine santral yapılmamalıdır. Bu doğrultuda AB'nin 'Çevre Etki Değerlendirmesi' ve 'Stratejik Çevre Değerlendirmesi' yönetmelikleri referans alınmalı, sürece çeşitli tarafların katılımı sağlanmalıdır.