Görüş Bildir

James Bond Haberleri

James Bond ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. James Bond ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

Popüler İçerikler

007 Bond'un Giyim Tarzı
Stil İkonu: 007 Bond James Bond her zaman yakışıklı oldu ve hep modası ile akım yarattı işte James Bond gibi giyinmenin sırları! 21- yüzyıl modern bir izleyicinin ilgisini çekmek için James Bond karakterinde yeni bir değişikliğe gidiyor. Daniel Craig’in ilk sarışın Bond olarak başrolünü oynadığı Casino Royale, filmin yapımcılarına Bond’un görüntüsünü yeniden şekillendirmek için olanak tanırken Ajan 007′nin kariyerinin ilk dönemlerine odaklanıyor. Muhteşem takip görüntüleri ve cesur bir Bond yaratmak için şiddetli kavga sahneleri eklemenin yanında, serinin bu yeni başlangıcı 60′lardaki orijinal Bond’a kulak veren ve modaya uyan onlarca yıllık Bond’lardan uzaklaşan yeni bir Bond görüntüsü ortaya çıkarıyor. Tabii ki, James Bond olarak yeni bin yılı yansıtmak için güncellenen Daniel Craig giysilerinden eski moda diye bahsetmek mümkün değil. Eskinin yeni ile buluştuğu Bond olarak, Daniel Craig’in giysileri birkaç modern değişiklikle günlük giysiler kadar ağırlıklı olarak klasik giysilerden oluşmaktadır. 21. yüzyıl Bond modası erkek giyimindeki son zamanlarda yapılan değişiklikler ile de bağlantılıdır. Üste tam oturan görüntünün geri gelmesiyle birlikte modern erkekler, Daniel Craig’in James Bond’u da dahil olmak üzere yüksek kaliteli, çok iyi kesimli takım elbiselerin önemini keşfetmişlerdir. Aslında, 00 Bond’un stile öze dönme şeklindeki yaklaşımı günümüzün moda ötesi erkeklerinin arzusunu yansıtmakta ve ofiste, tatilde veya bir smokin giymişken 21. yüzyıl şık erkeğinin nasıl giyinmesi gerektiği konusunda bir örnek sunmaktadır. Öldürmek için aynı Daniel Craig’in Bond’u gibi İtalyan kesimi bir takım elbise ve olağanüstü gömlekler giymelisiniz. Bond’dan bir ders alarak, satın alabileceğiniz elbiselerin en iyisini alın ki uzun süre kullanabilin ve böylece daha gözkamaştırıcı olun. Kravatlar, para tutacaklar ve kol düğmeleri ile gösteriş yapın. Günlük giyinmek gerektiğinde, V-yaka bir bluzla bile kusursuz görünen chino pantolonları tercih edin. Koyu renkli yün örme bir ceket veya mat renkli bir süeter günlük giyinmişsiniz görüntüsü verir. Bond’un giydiği diğer şık kabanlar, deri ceketler ve açık yeşil montlar gibi hem şık ve hem de günlük giysilerle harmanlanabilir. Ilık iklimli yerlere gidildiğinde, Daniel Craig’i izleyin ve yanınıza günlük takımlar, polo bluzlar, tropikal baskılı gömlekler ve pantolonlar alın. James Bond’un Casino Royale’deki ayakkabıları aşırı ve inanılmaz pratik, ama tabii ki her zaman olduğu gibi şık bir görüntü sergiliyordu. John Lobb çizmeler birçok sahnede ve Craig’in spor Converse Jack Purcell bilekli çizmeleri filmin açılış takip sahnesinde kullanılmıştır. Casino Royale’de aynı zamanda Omega’nın Seamaster markalı , paslanmaz çelik kol saati gibi siyah kauçuk kayışlı Planet Ocean saatleri de kullanılmıştır.
Kral Aragorn İstanbul'a Geliyor
Yüzüklerin Efendisi’nin Kral Aragon’u Viggo Mortensen yeni filminin galası için mayıs’ta İstanbul’a gelecek.Yüzüklerin Efendisi serisinin Kral Aragon’u Viggo Mortensen yeni filmi The Two Faces of Jenuary’nin galası için mayıs ayında İstanbul’da olacak.Mortensen, James Bond filmi Sky-fall’da gördüğü Kapalıçarşı ile Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı ve Yerebatan Sarnıcı’yla Dolmabahçe Sarayı’nı merak ettiğini bildirdi....haber kaynağı: sanattakvimi.info/kultur-sanat haberleri
Mozart ve Bond Birlikte Çalınırsa
Alek­sey Igudes­man ve Hyung-ki Joo canlı programlarıda komedi ve populer kültürü klasik müzikle harmanlayan iki müzisyen.Bu vidyo da Mozart ve James Bond un harmanlanmış hali.
Serinin Yeni Filminde Penelope Cruz Bond Kızı Olabilir
Bond serisinin 24’üncü filminde Bond kızı olarak Penelope Cruz’un rol alacağı konuşuluyor. Serinin yapımcısı Sony’den sızdırılan bir belgede, Cruz’un filmde rol almasının “neredeyse kesin” olduğunun altı çiziliyor.  İngiliz The Sun gazetesine konuşan kaynaklar, “Bond patronları, Daniel 2006’da 007 olduğundan bu yana Penelope’nin peşinde koşuyor zaten. Ne ki, daha önce imzalanmış kontratlar ve Penelope’nin hamile kalması yüzünden bir türlü uygun zaman bulunamadı. Ama şu aşamada Sony’den kimse bu söylentiyi doğrulamaz” dedi. Daniel Craig’in dördüncü kez James Bond’u canlandıracağı filmi Sam Mendes yönetecek. 23’üncü James Bond filmi Skyfall’da kötü karakteri Penelope Cruz’un eşi Javier Bardem canlandırmıştı.  HP
Müthiş Çalışma! 17 Efsane Filmin Afişleri Hareketli Hale Getirilirse
GIF'in sanat eseri olarak kabul edildiğine geçen bir galerimde değinmiştim. Bunun ispatı olacak derecede güzel bir çalışma yapmış IMGUR'da kullanıcılarından  Rindfleischetikettierungsuberwachungsaufgabenubertragungsgesetz :)Arkadaşın seçtiği nickname biraz garip ama çalışmaları çok güzel.  İşte GIF halinde 17 muhteşem sinema afişi!
Cüneyt Arkın: "Ben James Bond Olmayı Reddedince Roger Moore'u Yaptılar"
Türk sinemasının efsanevi ismi Cüneyt Arkın , İngiliz ajan James Bond karakterinin başrolde olduğu Bond serisinde oynaması için teklif aldığını söyleyerek, “Adamlar buraya kadar geldiler ama ben sıcak bakmadım. Benim yerime de Roger Moore ’u James Bond yaptılar” dedi. Cüneyt Arkın, “Hollywood’da özel hayat falan kalmıyor. Ne istediğin gibi gezebiliyorsun ne de dostlarla bir-iki laf edebiliyorsun. Burada da özel hayatım yoktu ama milletimin içindeydim en azından. Kendi çöplüğümde ötüyordum. Yıllar sonra bir davette Ömer Şerif’le karşılaştık. ‘Her şeyim var ama vatanım yok’ dedi bana. O dolarları kazanabilmek için vatansız olacaksın arkadaş. Bu da bana uymaz” diye konuştu. “Panzehir” ile uzun bir aranın ardından beyazperdeye dönen Türk sinemasının efsanevi ismi Cüneyt Arkın, Hürriyet gazetesinden İzzet Çapa 'ya konuştu. İzzet Çapa’nın Cüneyt Arkın ile yaptığı söyleşinin bir kısmı şöyle: Bizanslılara mı, hayata karşı mı savaşmak, hangisi daha zordu? Savaşçılık genlerimde var. Sülalem Tatar soyundan; Kırım’dan gelmişler. Babam da İstiklal Savaşı gazisiydi. Eskişehir’de doğup büyüdüğüm bozkırlar için “Engerek yılanı bile yaşamaz” denirdi. Güneş toprağı öylesine yakardı ki, fırına girmiş gibi olurdunuz. Bir yanda kuraklık, bir yanda hastalık almış başını gidiyordu. Kediden geçtik, bir uçurtmam bile yoktu diyorsunuz... Ne uçurtması? Bütün oyuncaklarım, hatta bilyelerim bile topraktandı. İki odalı kerpiçten bir gecekonduydu oturduğumuz yer. Düşün, tuvaleti bile en az evin 200 metre dışındaydı yahu... Gerçekten de film gibi... Öyle zamanlar olurdu ki ablalarım, anam, babam toprağı kazardı, bulduğumuz acı kökleri yerdik. Açlık onursuz bir şeydir, insanı insanlıktan çıkarır. Uzun yıllar, bu onursuzluğun sefaleti ile yaşadım. Üstüm başım hep hayvan ve ekşi küspe koktuğundan diğer çocuklar benden uzak dururdu. Mutsuzluk, umutsuzluk diz boyu... Çok da mutsuz değildim açıkçası. Çocukluğun en iyi tarafı sorumluluk hissinin olmaması ve ben de bütün sorumluluklardan uzaktım. Fakat ister istemez sonradan yükleniyor sorumluluk omuzlara. Öyle tabii. Fakülte yıllarımda da hep çalıştım. İstanbul’da Tıp Fakültesi’nde okurken ilk iki yılımı Sirkeci’de bir otel odasını iki inşaat işçisiyle paylaşarak geçirdim. Ders zamanı okula gider, kalan zamanda da onlarla inşaatlarda çalışırdım. Bir yanda anatomi dersi, öte yanda inşaat işçiliği... Stajımı yaptıktan sonra az çok hasta tedavi edebilir duruma geldiğimde hocam Cihan Abaoğlu beni evlere hastabakıcı olarak göndermeye başladı. Hastanın başında 24 saat bekleyip, acil durumda müdahale etmekti görevim. Fakat tabii yeri geldiğinde adamı tıraş da ediyordum, altını da temizliyordum. Cebiniz para gördü mü peki? Ayda burs parası olarak 60 lira alırdım. Hastabakıcı olarak bir eve gittiğim zaman ise günde 15 lira kazanıyordum. Ama ev sahiplerinin artık yemeklerini önüme koymaları çok ağrıma giderdi. İlk paramı aldığımda fırına koşup paranın hepsiyle ekmek aldım. Çiğnemeden yuttum, patlayana kadar yedim. Sonunda da kustum. Ekmeğin yanında biraz da peynir alsaydınız... Ekmekleri görünce açlık korkumu yeniyor, huzur buluyordum. Yıllar sonra bile kaldığım otel odalarında baş ucumdaki komodinin üzerine bir somun ekmek koyar, ancak ona bakarak uyuyabiliyordum. Bu tünelin sonunda hiç mi ışık yok Cüneyt Bey, hep mi böyle karanlık? Öğrencilik yıllarımda hoş günler de geçirdim. Eskişehirli birkaç arkadaş beraber kalıyorduk. Adam başına 45 lira kira düşüyordu. Ben hikâyeler karalıyorum, Tekin (Elagöz) şiir yazıyor, Cengiz (Çelikten) de düz yazı denemeler. Cengiz ayrıca iyi balıkçıydı... Hah şöyle, güzel bir balık yiyelim bari en azından. (Gülüyor) Haftada bir Cengiz tuttuğu palamutları getirirdi, yanına da bir şişe 75 kuruşluk Güzel Marmara şarabı açardık. Cemal Süreya, Turgut Uyar gibi isimler de aramıza katılır, sohbetin dibine vururduk. Kadife yumuşaklığında bir sesi vardı Cemal Süreya’nın. O muhabbetlere doyum olmazdı. Acı tatlı günlerle fakülte bitti... Peki ya sonra? Hocalarım üniversitede kalıp akademik kariyer yapmam için çok ısrar etti. Ama ben elimde bir tek steteskopla tuttum yine Anadolu’nun yolunu. Yıl 1963, Artist dergisinin yarışmasına katılıyorsunuz. Doktorluğu bırakıp oyuncu olmak büyük bir kumar değil miydi? Aslında nörolog olmak istiyordum ama boş kadro yoktu. Hastanede boğaz tokluğuna çalışıyorsun. Kadrolu olmadığın için yemek de vermiyorlar. Hoş ben hemşirelerin yemeklerini yerdim ama (gülüyor)... Yakışıklı olmanızın avantajını kullanıyordunuz anlaşılan. Çalışmaktan, yakışıklı olup olmadığımın farkında bile değildim. Üniversite son sınıfta bir kız gelip, “Gözlerin ne güzel öyle yeşil yeşil” deyince, hayatımda ilk kez bir aynaya baktım, ulan hakikaten yeşilmiş... Ancak o zaman, 23 yaşında fark ettim gözlerimin rengimi. Ve kızların peşinden koşmaya başladınız... Para yok, pul yok nasıl koşacaksın? Bir defasında beraber olduğum kadının iç çamaşırlarıma iğrenek bakmasını hiç unutmam. Niye kirli miydi? Hayır, yamalı da, kirli de değildi. Onları anam Sümerbank pazarından alıp kendi elleriyle dikmişti. Ama çivitle o kadar çok yıkamıştı ki kirli gibi duruyordu. O gün ceketimi satıp iç çamaşırı aldım kendime. Bu olay nasıl içime işlemişse, şöhret olduktan sonra durmadan atlet, kilot alıyordum. Hastalık haline gelmişti bende. Sinemada çılgınca işler yaptınız. Özel hayatınızda da var mıydı böyle delilikleriniz? Olmaz mı? Bir keresinde Paris’te Ajda’nın misafir edildiği köşkte yemeğe davetliyiz. Hülya Koçyiğit, Erkan Özerman falan da var. Baktık at üstünde bir adam geldi davete. Otomobil daha icat edilmemiş miydi? (Gülüyor) Cüneyt Arkın’dan dayak yemek ister misin İzzet? O kadar da yaşlı değiliz. Neyse adam elmas kralı Tosunyan’mış. Masadakilere elmas dağıtmaya başladı. Ben de biraz içmişim. “Ulan” dedim kendi kendime “Sen atla gelirsin de ben gelemez miyim”... Eyvah eyvah! O kafayla çıktım evden. Paris’te şiir gibi bir pazar yeri vardır, meyveler sebzeler atlı arabalarla gelir. Oradan bir at satın aldım. Atladım sırtına, Ajda’nın evinin kapısına dayandım. İnan oraya kadar nasıl geldim bilemiyorum. Ajda’nın o anki suratı hâlâ gözümün önünde (gülüyor). Yılmaz Güney’i aratmıyorsunuz kafanıza eseni yapmak konusunda. Yılmaz müthiş bir insandı. Bazen bana gelirdi, oturup içerdik. Anadolu geleneklerine göre saygı icabı kadehi alttan tokuşturmak gerekir. Kim daha alttan vurursa karşısındakine o kadar saygı duyuyor demektir. Kim kazanırdı bu “yarışı”? Sen daha alttan vuracaksın, ben daha alttan vuracağım derken bir gün baktım Yılmaz evin bodrumuna inmiş. Oradan aşağısı yok ya (gülüyor)... Öylesine güzel dostluğumuz vardı ki... 12 Mart döneminde Altın Koza Film Festivali’nde Yılmaz’ın hak ettiği ödülü siyasi nedenlerle ona değil bana verdiler. Ben de reddettim tabii. Tavrı ne oldu? “Ağam helal olsun, içkiler benden” dedi. Artist dergisinin yarışmasında neler oldu? Aslında ondan önce Eskişehir’de askerlik yaparken, bizim kışlanın yakınında Göksel Arsoy ile birlikte “Şafak Bekçileri”ni çeken Halit Refiğ ile tanışmıştım. Yarışmaya girmemi Halit Abi istedi. Kazanınca da “Gurbet Kuşları”nda verdiği rolle sinema maceram başladı. Peki Dr. Fahrettin Cüreklibatur’u Cüneyt Arkın yapmak kimin fikriydi? Artist dergisinin yöneticisi Recep Ekicigil, Cüneyt Gökçer’in Cüneyt’ini, Arkın Kitapevi’nin sahibi Ramazan Arkın’ın da Arkın’ını birleştirip beni öyle lanse etti. Çapkınlık günleri de başlamıştır şöhretle birlikte herhalde. Vallahi hiç vaktim yoktu çapkınlığa falan. Cumartesi pazar dahil günde 16 saat çalışırdım. Senede 24 film çektiğim olurdu. (O ana kadar sessizce bizi dinleyen eşi Betül Hanım lafa giriyor...) - B.A: Şah döneminde Cüneyt, İran’da öyle meşhurdu ki kadınlar Fahrettin diyorlar başka bir şey demiyorlardı... Evli miydiniz o zaman? B.A: Gizli gizli çıkıyorduk. Beni etrafa sekreteri diye tanıştırıyordu. O aralar İran’dan Stella Sait diye bir kadın geldi, prensesmiş. Kadın nasıl aşık bizimkine anlatamam. Cüneyt’e hediye etmek için avuç dolusu mücevher getirdi. C.A: Meğer mücevherler kraliyet ailesine aitmiş. Hepsini iade ettik tabii. Kadın inanılmaz zengin, saçını yaptırmak için sabah kalkar uçakla Tahran’dan Paris’e gidermiş düşünsene. B.A: Sonunda Cüneyt için bileklerini kesip intihar etmeye kalktı. Nasıl sabrettim bütün hepsine bilmiyorum. C.A: İlber Ortaylı bir gün yemekte bunlardan bahsetti bana. “Ulan sen nereden biliyorsun?” diye sordum. “Senin yüzünden neredeyse İran’la Türkiye arasında savaş çıkacaktı” dedi. B.A: Vallahi güzel de kadındı ha. Evet deseydin, bütün İran şimdi senindi. C.A: Demek seni ne kadar seviyormuşum ki gözüm hiçbir şey görmüyormuş. Betül Hanım, nasıl tanıştınız Cüneyt Bey’le? B.A: Bir toplantıda karşılaştık. Biri Hanya’dan, diğeri Konya’dan gelmiş iki insandık... Herkes Cüneyt Arkın diye peşinden koşuyor, ben bir köşede oturmuş hiç ilgilenmiyorum. Bu tavrım dikkatini çekmiş olmalı ki, geldi dansa davet etti. C.A: Yahu ben öyle yalnızdım ki o kalabalığın içinde. Halbuki en popüler olduğunuz günler... C.A: Kiminle konuşacaksın ki? Atıf Yılmaz, Lütfi Akad, Halit Refiğ ile zaman zaman şiirden, edebiyattan falan bahsederdik. Onların dışında kafa dengim kimse yoktu. O gün baktım Betül de yalnız, dikkatimi çekti. Betül Hanım’ın ailesi tepki gösterdi mi kızlarının Türkiye’nin en meşhur jönüyle birlikte olmasına? B.A: Hem de nasıl! İlk günlerde “Asla olmaz böyle şey” diye kıyameti kopardılar. C.A: Sonra babası beni tanıdı; doktorluk geçmişimi, Anadolu geleneğimi falan öğrendi de öyle razı oldu. Cüneyt Arkın’a “Nayır” diyen kadın oldu mu hiç? Hiçbir kadınla o kadar yakın ilişkiye girmedim, öyle bir cevap alacak teklifte de bulunmadım. Duyan da karşımda bir melek oturduğunu sanır... Bir kanatlarınız eksikmiş Cüneyt Bey... (Gülüyor) Sözü hep çapkınlığa getirmeye çalışıyorsun ama vallahi yoktu o taraklarda bezim. Betül’le nişanlı olduğumuz dönem birkaç ufak maceram olmuştur o kadar. Zaten bu yüzden yapmadık dedikodu bırakmadılar arkamdan. Ne tür dedikodular? Bir ara ayrıldık Betül’le. Tek başıma dolaşıyorum geceleri, birkaç duble içip eve dönüyorum. Kadınlarla hiçbir ilişkim yok, kapatmışım o defteri. Bir gün arkadaşlarla oturuyoruz; “Sen şey misin?” dediler. Şey ne demek? Eşcinsel mi? Zamparalık yapmayınca etrafa da bu dedikoduyu yaydılar. Zaten öyle çok yalanlar yazılıp çizildi ki hakkımda... Bir gazete patronu Türkan Şoray ile aşk yaşadığımı söylememi bile istedi. Durup dururken neden aşık olacakmışsınız Türkan Şoray’a? Gazetenin tirajı düşüyormuş, bunu hazmedemiyorlardı. Sansasyon lazımmış. Birden kafam attı, “Ben nişanlıyım, Türkan da Rüçhan Adlı ile beraber. Siz bizi kendiniz gibi mi sanıyorsunuz? Şöhret uğruna gururumuzu feda etmeyiz” dedim ve vurdum kapıyı, çıkıp gittim. Arkamdan “Cüneyt, bittin oğlum sen, öldün. Bak gazeteler hakkında neler yazacak” diye bağırmaya başladı. “Türkan Şoray uğruna intihar etti” diye yazamayacakları kesin.... Onu yazmadılar ama o günden sonra gazeteler en iğrenç iftiralarla saldırdılar. En kötüsü de “Cüneyt Arkın, karısı ve çocuklarının olduğu evde erkeklerle seks partisi yapıyor” diye yazmalarıydı. Gerçekten fazla abartmışlar... Neyse aradan birkaç yıl geçti, Gülşen Bubikoğlu ile film çekiyorduk. Setin dışında müthiş bir kalabalık, bizi görmek için toplanmış. Baktım bu meşhur gazete patronu geldi. Kalabalığa şöyle bir baktı; “Gerçekten halkın sevdiği sanatçıya, kimsenin gücü yetmezmiş. Yenildik!” dedi. Sonra bir de utanmadan “Sizin şöhretiniz benim de param ve gücümle Türkiye’de neler yaparız kim bilir” demez mi! Cevap bile vermedim, çünkü değmezdi. Şöhretin bedelini ruhen olduğu kadar biraz fiziksel olarak da ödediniz sanırım... Biraz lafı hafif kalır. Malkoçoğlu’nun çekimleri sırasında balkondan atın sırtına atlayacaktım. At ürküp kaçtı, kıç üstü betona çakıldım. İnanılmaz bir acı duyuyordum. Alt tarafım tutmuyordu. Doktordum, anladım omurgam kırılmış, felç olmuştum. Korkunç bir duygu olmalı... Tek düşündüğüm şey çalışamayacak olmamdı... Karım ve iki oğlum açlığa mahkum olacaklardı. Ertesi gün teşhis kondu, sol bacağım artık benim değildi. Geceleri uyuyamıyordum. Betül sabahlara kadar ağlıyordu. Bir gece aklıma delice bir şey geldi. İntihar değil herhalde? Dur da dinle... Sürünerek mutfağa gittim, titriyordum, boğuluyordum. Masanın üzerindeki ekmeği aldım, öptüm alnıma koydum. Boğazlanmış bir hayvan gibi “çalışmalıyım, çalışmalıyım” diye ağlıyordum. Kararımı verdim, ayağa kalkıp... (Cüneyt Arkın’ın burada gözleri doluyor, konuyu değiştiriyoruz). Kaç kırık var vücudunuzda? Kalbim hariç her yerimde kırık var (gülüyor). Şaka bir yana bu işi yapmak için ya sevdalanacaksın ya da manyak olacaksın. Bir dönem alkol problemiyle de “boğuştunuz”... Düşün daha 25-26 yaşındayken girdim bu dünyaya. Yılın neredeyse 365 günü çalışıyordum. Ayda bir-iki kadeh içmek hakkım bile yoktu. Her sabah 7’de sağlıklı, refleksleri saat gibi çalışan bir şekilde sette olmam lazımdı. “Benim” diyen dublörden fazla at üstünde koşturup, oradan oraya zıplıyordunuz üstelik. Mecburen 45 yıl 72 kiloda kaldım. Trombolinlerim, yüksek atlama sırığım, atlarım, hepsi bu kiloya göre ayarlanmıştı. Bedenim değil ruhum yorulmuştu. Kendime ait hiçbir şey yoktu hayatımda. “Şişede balık olayım” bari mi dediniz? Önce akşamları birkaç duble ile başladı. Altı ay sonra şişeleri dipliyordum. Bir gece Safa Önal boş şişelere bakıp “Sen sarhoş olmak için değil ölmek için içiyorsun, intihar ediyorsun” demişti. “Yolun sonuna” yaklaştığınızı ne zaman fark ettiniz? Bir gece Kulüp 12’nin kapısındaki iri yarı adam sinirime dokundu. “Buranın fedaisi misin?” dedim “Evet, haracını da ben yerim” deyince “Silahın var mı?” diye sordum. Bir Smith&Wesson çıkardı, elinden alıp kurşunlarını boşalttım sonra içine tek bir kurşun koyup namluyu kafama dayadım. Filmlerde çok gördüm ama gerçek hayatta Rus ruleti oynayan biriyle ilk kez konuşuyorum. Çektiniz mi tetiği? Çektim ama patlamadı. Silahı fedaiye uzattım “Şimdi sıra sende” dedim. Korkudan gözleri büyümüştü. O an anladım ki artık ölüm hakkımı kullanıyorum. Kırılma noktası bu olay mı oldu? Evet. Ardından bir psikiyatra gittim, durumu anlattım. Adam “Sonun ya ölüm ya intihar, kendinden öç alıyorsun” dedi, “Senin yaşında genç bir adam bütün bunları kaldıramaz”... Sonradan bu acı tecrübeleri gençlere ders vermek adına paylaştınız. 20 yıla yakın Türkiye’nin dört bir yanını gezdim. Gençlere alkol ve uyuşturucu konusunda bilgiler verdim, ailelerle dertleştim. Çünkü aile değerleri sağlam olursa çocuklar da bu belalardan uzak kalıyor. James Bond olmayı reddettiğiniz konusunda bir şehir efsanesi dolanır dillerde. Efsane falan değil, gerçekten reddettim... Adamlar buraya kadar geldiler ama ben sıcak bakmadım. Benim yerime de Roger Moore’u James Bond yaptılar. Hoppala! Ayağınıza kadar gelen fırsatı niye elinizin tersiyle itiyorsunuz? Hollywood’da özel hayat falan kalmıyor. Ne istediğin gibi gezebiliyorsun ne de dostlarla bir-iki laf edebiliyorsun. Burada da özel hayatım yoktu ama milletimin içindeydim en azından. Kendi çöplüğümde ötüyordum. Yıllar sonra bir davette Ömer Şerif’le karşılaştık. “Her şeyim var ama vatanım yok” dedi bana. O dolarları kazanabilmek için vatansız olacaksın arkadaş. Bu da bana uymaz. Biraz da hayal kırıklıklarınızdan söz edelim. “Dünyayı Kurtaran Adam” gelmiş geçmiş en kötü filmler arasında gösteriliyor. Türk sinemasında o kadar kalitesiz filmler çekildi ki “Dünyayı Kurtaran Adam” onların yanında zemzemle yıkanmış gibi kalır. O filmde emek vardır, absürddür, saçmadır ama kötü değildir. O peluş canavarlar dillere destan... İskeletleri de, canavarları da gece sabaha kadar uğraşıp ben yapıyordum. Sabah olunca da çekimlerde parçalıyordum. Bunca film arasında neden hiç kötü adamı oynamadınız? Oynamaz olur muyum? “Yaralı Kurt”taki topal kiralık katil rolüyle ödül bile aldım. Yeni filmim “Panzehir”de de bir kez daha kötü adamım çok şükür. Niye “Çok şükür” dediniz? (Gülüyor) Artık kötü adamlıkta para var. Bizim oğlan (Murat Arkın) girdi önce “Panzehir”e. “Baba birlikte oynayalım mı?” dedi. Onunla oynamak büyük zevk benim için. Bir de mafyayı çok iyi tanırım ben, hayatım onların içinde geçti. Rolün hakkını verebileceğimi düşündüm. Yönetmenimiz Alper Çağlar da çok iyi bir iş çıkardı. Hollywood ayarında sıkı bir film oldu. Konusu ne filmin? Çağa ayak uydurup “kurumsallaşan” acımasız bir mafya babasını canlandırıyorum, bizim oğlan da benim gençliğimi oynuyor. Filme, Türkiye dışında Norveç, Amerika, İtalya, Fransa ve Almanya olmak üzere beş ayrı ülkeden oyuncular katıldı. Çatışma sahnelerinde polise 12 ihbar yapılmış, hatta Bülent Ersoy da Zincirlikuyu’dan geçerken gerçek sanıp “Niye dövüyorsunuz çocukları?” diyerek çekimleri durdurdu (gülüyor).T24
Galibi Merak Edilen 21 Karşılaşma
Kimi zaman aklımıza gelir, acaba deriz Gandalf ile Dumbledore kapışsa kim kazanır? işte biz de merak ettik ve sizin için olası 20 karşılaşmayı değerlendirdik.
Kapalıçarşı'da Alarm Zilleri Çalıyor
DÜNYANIN en büyük ve en eski alışveriş merkezi, 553 yıllık Kapalıçarşı alarm veriyor.Geçtiğimiz Cumartesi günü yağan aşırı yağmurda içindeki kemerlerden bazılarında 10 santimetriye aşan çatlaklar oluşan Kapalıçarşı'nın havadan yapılan çekimleri, büyük bir tehlikeyi ortaya çıkardı. 3 bin 600 dükkanın bulunduğu Kapalıçarşı’nın çatısının adeta bir klima ve çanak anten tarlası haline geldiği görüldü. Ayrıca tonlarca su taşıyan onlarca su deposunun da çatıya gelişi güzel yerleştirilmiş, bazıları de bacaların üzerine konulmuş durumda. Tonlarca ağırlıktaki su depoları ile yüzlerce klima ve çanak antenlerin eski olan binaya aşırı yük bindirdiği, bir çökme yaşanması durumunda facia yaşanabileceği belirtildi. ÇATLAKLAR 10 SANTİMETREYİ GEÇTİ, BAZI YERLER DESTEKLE AYAKTA DURUYOR Beyazıt, Nuruosmaniye ve Mercan üçgeninde yer alan 64 cadde ve sokağı , iki bedesteni, 16 hanı ve içindeki 3 bin 600 dükkanı ile dünyanın en eski ve en büyük alışveriş merkezi olan ve 22 kapısı bulunan Kapalıçarşı, geçtiğimiz cumartesi günü İstanbul'da yağan ve pek çok yerde su baskınlarına sebep olan aşırı yağıştan nasibini aldı. Yağan yağmurun ardından Kapalıçarşı’nın tavanında yaklaşık 2 yıl önce oluşan çatlaklar, büyüyerek bazı yerlerde 10 santimetreyi geçti. Çökme tehlikesi geçiren iç tavan kemerlerinden bazıları demirle desteklendi. HAVADAN YAPILAN ÇEKİMLER TEHLİKEYİ ORTAYA ÇIKARDI 110 bin 868 metre kare bir alana sahip olan 45 bin metre kare kapalı alanı bulunan ve her gün 300 ile 500 bin kişinin ziyaret ettiği Kapalıçarşı'nın havadan yapılan çekimlerinde ise büyük bir tehlikeyi ortaya çıktı. Binanın çatısının bir klima ve çanak anten tarlasını benzediği görüldü. Asıl büyük tehlikeye sebep olabilecek tonlarca su alabilen dev plastik su depolarının çatının üzerine gelişi güzel yerleştirilmesi. Bazı bölümlerde su depolarını koyacak yer bulamayan esnafın bunları, binanın bacaları üzerine monte ettiği gözlendi. Arıza yapan klima ve çanak antenleri tamir etmek için hemen hemen her gün dev alışveriş merkezinin çatısına çıkan servis elemanlarının da çatıya zarar verdiği belirtildi. ÇATI JAMES BOND FİLMİYLE GÜNDEME GELMİŞTİ 2012 yılında James Bond serisinin 24. filmi olan “Skyfall”'ın çekimlerine ev sahipliği yapan Kapalıçarşı’nın çatısının durumu çekimler sırasında gündeme gelmişti. O tarihlerde binanın çatısının ve içinin restarasyonun yapılmasına karar verilirken, binanın tarihi bir yapı olması ve gerekli izinler için başlatılan çalışmalar bürokrasinin çarkları arasında kaybolmuştu. En son 2014 yılının Mart ayında Fatih Belediyesi tarafından yapılan açıklamada Kapalıçarşı'nın aslına uygun olarak sil baştan restore edileceği ve bunun için 200 milyon lira harcanacağı duyrulmuştu. Ancak dün DHA Gökyüzü kamerasıyla yapılan çekimlerde binanın çatısında herhangi bir çalışma olmadığı, sadece bozulan klimaları tamir ettiğini öğrenilen 3 kişinin dolaştığı görüldü. KAPALIÇARŞININ TARİHİ İstanbula’a gelen turistlerin mutlaka uğradığı 110 bin 868 metrekarelik alanı kaplayan ve 45 bin metre kare kapalı alanı bulunan Kapalıçarşının çekirdeğini iki bedesten oluşturuyor. İç Bedesten, yani Cevahir Bedesteni tarihçiler arasında tartışmalı olmakla beraber büyük olasılıkla Bizans’tan kalma bir yapı olup 48 m x 36 m ölçülerinde. Yeni Bedesten ise 1461 yılında yaptırılmaya başlanan Kapalıçarşı’nın ikinci önemli yapısıdır ve Sandal Bedesteni olarak anılıyor. Burada bir yolu pamuk , bir yolu ipekten dokunan ve Sandal adı verilen kumaş satıldığı için Sandal Bedesteni ismi verilmiş. Fatih Sultan Mehmet’in Kapalıçarşı’nın inşaatına başladığı yıl olan 1461, Kapalıçarşı’nın kuruluş yılı olarak kabul görmüş. Asıl büyük çarşı ise Kanuni Sultan Süleyman tarafından ahşap olarak inşa ettirilmiş. Eski zenginlerin mücevher , kıymetli maden , kürk ve murassa silah gibi değerli eşyalarının yanı sıra devlet hazinesinin büyük kısmı da buralardaki kasalarda muhafaza edilirdi. Evliya Çelebi burayı muazzam güçlü bir kale gibi tanımlamıştı. Ali AKSOYER-İlhan PARÇALI/İSTANBUL,(DHA)