Görüş Bildir

Ayşe Arman Haberleri

Ayşe Arman, 9 Aralık 1969 Adana doğumludur. Türk gazeteci ve köşe yazarıdır.

Ayşe Arman

Ayşe Arman, orta ve lise öğrenimini Tarsus Amerikan Lisesi'nde tamamlamıştır. Üniversite öğrenimini ise İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi radyo, televizyon ve sinema bölümünde devam ederken yarıda bırakıp, çeşitli dergilerde çalışmaya başlamıştır. Buradaki görevlerinden sonra Hürriyet dergisine girerek orada 27 yıl çalışan Arman, kendi sitesini ve röportajlarını yaparak kariyer hayatına devam etmiştir. Gazetecilik kariyerinin yanında kolye tasarımıyla da uğraşan Ayşe Arman, buradan kazandığı gelirleri yardım kuruluşlarına bağışlamaktadır. Arman, Haldun Dormen ve Betül Mardin'in oğlu olan Ömer Dormen ile evlidir. Bu evliliğinden Alya adında bir kızı bulunmaktadır.

Popüler İçerikler

"Gözümü Çıkarıp İşkence Yaptılar"
Gezi protestoları sırasında gözünü kaybeden Hakan Yaman: Sürünerek ateşin içinden çıktım. Ayağa kalkmaya çalıştım, gözlerim görmediğim için TOMA’ya doğru gidiyormuşumGezi eylemleri sırasında evine giderken polis şiddetine maruz kalan ve dövülüp gözü çıkarıldıktan sonra ateşe atılan Hakan Yaman , 'Karnımdan vuruldum, yere düştüm. Biraz sonra, 5-6 kişinin üzerime koştuğunu gördüm. Ve işte, her şey o zaman başladı. Sonra beni biraz daha sürüklüyorlar. Ve ateşin içine atıyorlar. Direnişçilerin yaktığı ateşe. Cayır cayır yanayım diye! Nasıl olsa kendimde değilim, e işte orada yanarak, ölüp giderim diy' dedi. 'Polis destan yazdı' sözlerine de tepki gösteren Yaman, 'Kafamın sol tarafında sağlam yer kalmamıştı. Sonra da destan yazdılar öyle mi? Polisin yazdığı böyle bir destan işte' ifadesini kullandı. Gezi protestoları sırasında gözünü kaybeden Hakan Yaman yaşadıklarını Ayşe Arman 'a anlattı. Hürriye'te yer alan söyleşinin bir bölümü şöyle: Sizi tanıyabilir miyiz? -Adım Hakan Yaman. 22 yıldır Sarıgazi’de yaşıyorum. Karım Nihal, alt sokağımızda otururdu, çocukluk aşkıyız. Evlendik. İki kızımız var. Biri sekiz, diğeri 14 yaşında. Bu olay olana kadar kendi yağımızda kavruluyor, mutlu mesut yaşıyorduk… Ne iş yapıyorsunuz? -Servis şoförlüğü. Bazen okul, bazen personel. O gün de, 3 Haziran’dı, işimi bitirip, semte dönmüştüm. Arkadaşlarımla biraz Merkez’de takıldım… Merkez neresi? -Semtin merkezi. Bir kaç sokak üstümüz. Kahvehane-pastane karışımı bir yer var, orada çay içtik, sohbet ettik. Saat 10 buçuk gibi de eve dönmek için yola koyuldum. Arabayla mı? Yok hayır. Abim de Merkez’deydi. Araba ona lazımdı, bıraktım, ben eve doğru yürümeye başladım. O aralar Sarigazi’de de Gezi protestoları yapılıyordu… -Evet ama eylem bir üst caddede oluyordu. Zaten ben ara sokaklardan çabucak eve gidecektim. Bir terslik olacağı aklıma gelmedi. O sokakların birinde tenha, boş bir arsa var. Yanında da bir bina. Tam oradan geçerken, bir TOMA çıktı verdi köşeden. Çıktığı gibi de, bana tazyikli su sıktı. Yüzüme geldi. Ne olduğunu bile anlamadan, gaz fişeği atmaya başladılar… Kaç kişi olduklarını görebiliyor musunuz? -O anda bir şey fark edemedim. Karnımdan vuruldum, yere düştüm. Biraz sonra, 5-6 kişinin üzerime koştuğunu gördüm. Ve işte, her şey o zaman başladı… Başlayan ne? -İşkence, başka bir kelime bulamıyorum. Ben orada savunmasız bir şekilde yerde yatıyorum, 5-6 kişi beni tekmeliyor. Yüzümü, kafamı esirgemeden. Sadece tekme olsa iyi, başka sert cisimlerle de vuruyorlar... “Benim alakam yok, ben eylemci değilim, evime gidiyorum” diyemediniz mi? -Diyemedim. Tekmelerden fırsat olmadı. Zaten söylesem de bir faydası olmazdı ki… Peki yerde tekmelenirken kendinizde miydiniz? Neler olup bittiğini algılayabiliyor muydunuz? -Hayal meyal. Bir taraftan da kollarımla kendimi korumaya çalışıyorum. Ama ne fayda! Tekmeleye tekmeleye çenemi kırmışlar. Ben kendimi kaybetmişim. Elmacık kemiğim, tuzla buz olmuş. Gözümün iç duvarları, içe çökmüş. Burnumun üstü kopmuş. Delinmiş resmen, içi görünüyormuş, alnımdan bir parça kopmuş. Ben nasıl hayatta kaldım bilmiyorum. Ama ben özel değilim, burada kaç kişiyi bu hale getirdiler biliyor musunuz? Benim gibi kaç kişiye orantısız güç kullandılar. Ama onlar konuşmuyorlar, çünkü devlete güvenmiyorlar, nasıl olsa sonuç çıkmaz diye. Yolda yürürken işe giderken, kimi yakalasalar dövdüler, resmen işkence yaptılar. Kafamın sol tarafında sağlam yer kalmamıştı. Sonra da destan yazdılar öyle mi? Polisin yazdığı böyle bir destan işte! Sonra? -Burnumu da kırdıklarını söyledim değil mi, tepesi kopuyor. Perişan haldeyim. O kadar darptan sonra, beni 15 metre sürüklüyorlar. Bir sivil, beş çevik kuvvet var. Ben de video görüntüsünden gördüm, biri binadan çekmiş, youtube’a yüklemiş, beni yere bırakıyorlar. Sonra biri, gözüme bir şey sokup, gözümü patlatıyor... Nasıl yani? -Gözümün içine sivri bir şey sokup, gözümü çıkarıyorlar! Patlatıyorlar, göz eriyip gidiyor. Videoyu çeken çocuk görgü tanığım oldu, o anlattı bana neler yaptıklarını… Bu nasıl bir rezalettir ya! -Bitmedi ki! Sonra beni biraz daha sürüklüyorlar. Ve ateşin içine atıyorlar. Direnişçilerin yaktığı ateşe. Cayır cayır yanayım diye! Nasıl olsa kendimde değilim, e işte orada yanarak, ölüp giderim diye… Aman Allah’ım! -Ne var ki, ateşin içine atıldığımda, yanınca kendime geldim. Sırtım yanıyordu. Zaten yanık tedavisi de gördüm… Peki sizi oradan oraya sürüklüyorlar, müdahale edecek bir Allah’ın kulu yok mu? -Binalardan izleyenler var. Birkaçıyla konuştum, “Yapamadık, cesaret edemedik!” dediler. O durumda inip, bana yardım etmek demek, ölüm fermanını imzalamak demek… Siz nasıl izah ediyorsunuz bu olup biteni? -Edemiyorum ki... Düşününce hâlâ kabul edemiyorum. İlaçla yaşıyorum ben. En çok moralimi bozan da; tamam vurdun beni, yıktın yere, tak kelepçeyi, götür merkeze. Adalete teslim et. Varsa suçum söylesinler, neyse cezam çekeyim. Zaten savunmasız durumdayım, daha ne istiyorsun benden. Gözümü niye çıkarıyorsun! O da yetmedi, ateşe niye atıyorsun? Bu resmen sadizm! Peki o ateşten nasıl çıkabildiniz? -Şimdi bakın, feci bir durum, ateşin içindeyim, yanıyorum. Ama oradalar mı, gittiler mi diye tereddütte kaldığımda, ilk başta ölmüş gibi yaptım. Sonra gözlerimi açmaya çalıştım. Bir tanesi hiç görmüyordu, bir tanesi de hafif bulanıktı. İki ışık gördüm. TOMA’nın farları diye düşündüm, bir kaç metre önümde bekliyordu, sesinden anladım. “Yanarsam yanayım” dedim, hiç sesimi çıkarmadım, 4-5 dakika bekledim. Acı beynimi oyuyordu ama hiç yerimden kıpırdamadım. Onlar da öldüğümü sandı ve TOMA geri çekildi… Siz n’aptınız? -Sürünerek ateşin içinden çıktım. Ayağa kalkmaya çalıştım, gözlerim görmediğim için TOMA’ya doğru gidiyormuşum, birileri “Oraya değil, bu tarafa dön!” diye bağırdı. Bir iki adım attıktan sonra, iki kişi koluma girdi, beni bir binanın içine soktular. Bayağı beklettiler. Sonra bir tanesi, arabasına koydu ve hastaneye götürdü… Nihayet kurtuldunuz! -Nerdeee? Polis, hastane önünde barikat kurmuş, kimseyi içeri bırakmıyor... Niye? Sağlık yardımı alınmasın diye. O haldeyken hastaneye girmek mümkün değildi. Ama ben de girmek zorundaydım, yoksa ölebilirdim. Ve yalan söyledim. Karşıma çıkan polise, “Yol kavgası oldu, 4-5 kişi vurdu, kaçtı” dedim. “Emin misin?” dedi. “Eminim” dedim. İkna oldu. Beni bir ambulansa koyup Kartal Araştırma Hastanesi’ne gönderdiler. Hastanede size ne dediler? -Doktorlar bizimkilere, “Her şeye hazırlıklı olun!” demiş. 14 gün hastanede yattım. Bir göz tamamen gitmiş, öbüründe yüzde 80 görme kaybı var. Çene kırık, burun kırık, ucu kopuk, yüzümün sol tarafı neredeyse yeniden yapıldı, protez göz takıldı. Beynimde sıvı akıntısı vardı, durmasaydı ya sakat kalacaktım ya da ölecektim. Allah’a şükür ölmedim, yaşıyorum. Allah beni karıma ve iki kızıma bağışladı… Peki kaç ameliyat geçirdiniz? -Beş. Önce beyin ve göz. Sonra da yüzümü hale yola getirmeye çalıştılar. Burnumdan parça koptuğu için başka yerlerden parçalar alındı. Göz kemiklerimin hepsi içeri göçmüştü, başka yerlerden kemik alınıp takviye yapıldı. Hepsi de riskli ameliyatlardı. Mayıs’ta tekrar ameliyat olacağım… Peki bu olay sizde nasıl bir travma yarattı? -Üzerinden bu kadar ay geçti, hâlâ çalışamıyorum, yeni yeni sokağa çıkmaya başlıyorum. O arsanın oradan geçemiyorum, kötü oluyorum. Sarıgazi öyle bir bölge ki, hep polisler bekliyor. O polislerin yanından geçerken, “Acaba bana saldıranlar arasında onlar da var mıydı?” diye düşünmeden edemiyorum! Çünkü bana bunları yapanlar, o sadistler, hâlâ görevleri başında. Adalete teslim edilseler rahatlayacağım, o da yok. İşimi de kaybettim, artık araç da kullanamayacağım. 10 aydır sürekli tedavi, sürekli ameliyat… Daha da bitmedi! Bütün dünyadan destek yağıyor Korkunç şeyler yaşadınız. Ama çoğumuzun haberi bile yok. Neden yeteri kadar gündeme gelmedi? -Hiçbir fikrim yok. Belki olay, Sarıgazi’de geçtiği içindir, bilemiyorum. Zaten acıklı olan şu: Başıma gelenler yurt dışında daha çok biliniyor. Her gün, dünyanın her yerinden mektup alıyorum, 10 bin geçti. Her yaştan, her milliyetten, her dilden, her dinden insan yazıyor. Bir de üstelik Uluslararası Af Örgütü’nün dilekçesini imzalayıp Adalet Bakanlığı’na gönderiyorlar. Peki Uluslararası AF Örgütü sizi nereden, nasıl buldu? -Avukatım aracılığıyla. İddianamenin hazırlanmasını bekliyoruz Hukuki olarak neler yapıldı? -Emniyet’e ifade verdim, bana bunu yapan polislerden şikayetçi oldum, savcılığa çağrıldım. Soruşturma açılmasına karar verildi. İddianamenin hazırlanmasını bekliyoruz… Peki siz ne düşünüyorsunuz? Sizce Berkin’de olduğu gibi sizin vakanızda da örtbas mı edilecek? -Ben bu davaya güvenmek istiyorum. Kolumu kıpırdatamayacak hale getirdikten sonra hâlâ şiddete devam etmeleri bir linç girişimi. Ali İsmail Korkmaz’ı o şekilde öldürdüler, ben Allah’tan yaşama tutunabildim.. Nihal Yaman Hayatta olması gerçekten mucize! Eşinizin başına gelenlerden siz ne zaman haberdar oldunuz? Kartal’dayken aradılar. Abisiyle birlikte gittik. En fazla, “Kafası yarılmıştır!” diye düşünüyordum. Görünce gözlerime inanamadım. Gerçekten hayatta olması mucize! Yüzü feci durumdaydı, kandan hiçbir şey görünmüyordu. Aklımız almadı, “Böyle bir şey nasıl olabilir ki?” dedik. Bir insan evladı, kimseyi o hale getiremez. Ama o anda, hayatta kalmasından başka hiç bir şey umurumda değildi… Kaybederim diye mi korktunuz? -Hem de çok! Her saniye yanındaydım. İlk gün ameliyata alamadılar, çok fazla kan kaybı vardı. Havlularla kanı durdurmaya çalışıyorduk... Nasıl bir isyan ve kızgınlık hissediyor insan? O anda insanın tek düşündüğü yaşaması. Ama sonradan yaşayacağı anlaşılınca insan isyan doluyor. Nefret doluyor. Çocuklar? -Çok şaşkındılar. Önce ne diyeceğimizi bilemedik, “Babanız bir kaza geçirdi!” dedik. Sonra öğrendiler tabii. Gizli tutamıyorsunuz. İkisi de şok oldu. Küçük kızım bir ay babasıyla konuşamadı, ona yaklaşamadı, babasının yüzüne neler olduğuna anlam veremedi, bakamadı, korktu. Sonra da tam tersine aşırı bir bağlanma oldu, şimdi babasının yanından hiç ayrılmıyorT24
Deniz Seki: 'AYM'ye Başvuracağım'
Ünlü sanatçı Deniz Seki, uyuşturucu satmak suçundan yargılandığı davada hapis cezasına çarptırıldı. Kararın hukuka uygun olmayan delillerle verildiğini savunan Seki, ' Cezaevine girmek istemiyorum. Çünkü suçsuzum. Kimseye uyuşturucu satmadım. Evet, bir hata yaptım ve uyuşturucu kullandım. Ama her insan hata yapabilir. Bu hatanın bedelini de fazlasıyla ödedim' diyor. Hakkında verilen karara itiraz edeceğini belirten Seki, 'Anayasa Mahkemesi’ne de, olmazsa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de. Sonunda suçsuzluğumu ispat edeceğim' diye ekliyor. Hürriyet'ten Ayşe Arman'a konuşan Deniz Seki'nin açıklamalarından satırbaşları şöyle: Deniz, bir taraftan hayatının çok iyi bir dönemindesin. 22 kilo verdin, inanılmaz güzelleştin, yeni albümün çıkıyor; ama bir taraftan da tepende bir bela var. Hapse girme ihtimalin var! N’oluyor? Neler yaşıyorsun? -İsterdim ki, “Harika bir albüm yaptım, içimde kelebeler uçuyor, 12 tane müthiş şarkım var” diyebileyim. Ama diyemiyorum ne yazık ki. Duygularımı mı anlatmamı istiyorsun? Evet… Korkuyor musun? -Korkmuyorum. Zaten albümdeki şarkıların birinin nakaratında da bağıra bağıra söylüyorum: “Korkmuyorum! Hayat senden artık hiç korkmuyorum”. Ama cezaevine girmek de istemiyorum. Çünkü suçsuzum. Evet, bir hata yaptım. Ama her insan hata yapabilir. Bu hatanın bedelini de fazlasıyla ödedim. 8 ay 10 metrekare bir yerde yaşadım. Ama beni, “Bu işin ticaretini yapıyor” diye yaftaladılar. Oysa ben kendimden başka kimseye zarar vermedim… Sen uyuşturucu kullandığını hiç inkâr ettin mi? -Hayır. Hiçbir zaman etmedim. Zaten ne geldiyse başıma dürüstlüğümden geldi. Ben bazıları gibi yalan ifadeler de vermedim. O yalan ifadeleri verenler kenara çekildi. Onların çolukları, çocukları var. Herkes pirüpak, sütten çıkmış ak kaşık ya! Tek ben, tu kaka kirliyim ya! Ben kirli değil, tertemizim! Bana linç politikası uygulanıyor. Buraya kadar da getirdiler ama yeter, bundan daha fazlası beni canlı canlı gömmeye çalışmak! Bu işin ticaretini yapmak ne demek ya? Ben kendi duygularımla yazdığım şarkının ticaretini yapamıyorum! Kullandığın dönem, hayatının nasıl bir dönemiydi? -Hayatımın yanlış bir dönemiydi. Her açıdan yanlış seçimler yaptığım bir dönemdi. Zaten çok çaresiz kaldığında bu illete, bu pisliğe bulaşıyorsun. 6 seneme mal oldu! 6 senedir sırtımda taşıyorum. Yeter artık! Ne tür bedeller ödedin? -Madden manen aklına gelebilecek her bedeli ödedim. İki tane ev satmak zorunda kaldım. İşlerim, konserlerim iptal oldu. Hayatım kaydı, daha ne diyeyim? Cezaevi ne tür izler bıraktı sende? -Topraksız Zincirlikuyu orası! Canlı canlı mezara girmek yani. Orayı bilerek gitmek daha da koyuyor… (Ağlıyor) Valla, oraya gitmeyi hak edecek hiçbir şey yapmadım! Yapmış olsam söylerim. Ben erkek gibi bir kadınım. Neyin ticareti, neyin yaftası! Nasıl bir yakıştırma bu! İki buçuk sene daha yatmak ne demek… Cezaevine dair aklına gelen ilk şey ne? -(Ağlıyor) Kokusu! Kokusu bile hala burnumda. Tarif etmesi zor bir koku. Hala rüyalarıma giriyor orası. Ancak kendimi toparlayabildim, ancak kendime geldim. Diyorsun ya zayıflamışsın, güzelleşmişsin. Anca yani! Orayı bilip de geri gitmek kadar kötü bir şey yok! Sen uyuşturucudan nasıl kurtuldun? Kurtulmanın yolu ne? -Gidip tedavi oluyorsun. Ama bende böyle bir şeye gerek yoktu, çünkü hiçbir zaman müptelası olmadım. O yüzden o iş çoktan bitti gitti. O illetin adını bile anmak istemiyorum… Bu davada ne kadar mağdursun? -Çok mağdurum! Sonsuz, derin, dip! “Satmadım” diyorsun, peki neden suçlanıyorsun? -O zaman ben sana en başından anlatayım da, neden mağdur olduğum anlaşılsın: Biri beni ihbar ediyor. Ama nedense sadece beni. Bir sürü insan kullanıyorken… Ve nedense bir tek ben cezaevine giriyorum. İhbardan sonra n’oluyor? -Ben Kuruçeşme’de oturuyorum. Orası jandarma bölgesi değil. Ama nedense evi aramaya jandarma geliyor. Ben o sırada evde değilim, oteldeyim. Arama emri ev için geçerli, otel için değil. Oysa onlar otele geliyorlar ve beni oradan alıyorlar. Arama yapılırken, başlarında savcı olması gerekiyor ama savcı yok. Beni bir güzel paketleyip götürüyorlar. Şoktaydım tabii, ne dedilerse yaptım. Bir de tape meselesi var… O nedir? -Telefon tapelerinde ben, ‘Bayan X’ olarak adlandırılıyorum. Meğer ilk dinlemede, sesimden beni tanımışlar. Ama Deniz Seki olarak adım geçmiyor. Ve beni dinlemeye devam ediyorlar. Bu hukuka uygun bir işlem değil… Neden? -E çünkü kim olduğumu anlamışlarsa, davaya yeni bir şahıs eklendiği için, savcılıktan yeni bir karar çıkartmaları gerekirdi. Böyle bir karar olmadan bu dinlemenin benim aleyhime kullanılmaması gerekiyordu. Ama kullandılar. Yani şunu demek istiyorum: Benim hakkımda bir karar var ve dinleniyorum mesela; o arada bir başkasının da olaya dâhil olduğu yönünde bir şüphe ortaya çıkıyorsa; bu, tesadüfen elde edilen bir delildir. Ve o yeni kişi hakkında, savcılıktan yeni bir dinleme kararı çıkarılması gerekir. Bende böyle bir şey olmadı. Apar topar götürdüler. Peki senin iddian ne? Sana ön yargılı mı davrandılar? Sen kurban mı seçildin? Kafadan suçlu mu ilan ettiler seni? -Aynen öyle. Her şey göstermelikti. Onlar çoktan beni içeri atmayı kafaya koymuşlardı. Ben ‘günah keçisi’ ilan edildim... Neden sen? Biri sana kafayı mı taktı? -Hiçbir fikrim yok. Belki de güçsüz olduğum için. Belki de herkese emsal olsun diyedir, bilemiyorum ki. Ben içerideyken görüşme kabinine gelip, “Bir milyon dolar verirsen, seni buradan çıkarırız” diyen 3-4 avukat oldu. Yemin ediyorum. Bu kadar tüyler ürpertici şeyler yaşadım. Peki itirazlarınızı dinleyen olmadı mı? -Hayır, hiçbirini! Madem sen uyuşturucu satıyordun, ortada senin uyuşturucu temin ettiğine dair delil olması lazım… Öyle değil mi? -Evet öyle. Ama yok. Üstümden çıkan herhangi bir şey yok. Sattığımı iddia ediyorlar ama benden satın aldığını söyleyen herhangi biri de yok… Bu nasıl olabiliyor? -İşte ben de onu anlatıyorum. Delirmek üzereyim. Avukatım, “Tanık olarak birilerini getirin o zaman dinleyelim!” diyor. Iıııh, yok. Tanık olarak dava dosyasına delil istiyoruz. O da yok. Neden özel yetkili mahkemede yargılandım? Şimdi Deniz, durumu iyice anlayalım: İddianamede “Sattın” lafı yok, “Verdin” deniyor. Ama satmış gibi ceza alıyorsun. Nasıl oluyor? -İkisi de doğru değil. Ne verdim ne sattım! Gerçekten ben anlamam bu işlerden… Sen n’apıyordun? Telefonda istiyordun, eve mi geliyordu? -Bunu anlatmak bile çirkin. Zararı kendime verdim. Bunun da bedelini ödedim, bitti. Senin uyuşturucu satmaya ihtiyacın var mı? Bu kadar zor durumda mısın? -Tabii ki değilim. Hiçbir şekilde böyle bir şeye ihtiyacım yok. Ben bir sanatçıyım. Ben şarkı söylemekten, yazmaktan anlarım. Benim davamda bir sürü tuhaflık var. Neden özel yetkili mahkemede yargılandım? Bu mahkemeler DGM’lerin (Devlet Güvenlik Mahkemesi) devamı. Türkiye’nin güvenliğine karşı bir suç mu işledim ki beni orada yargılandılar? İki, bu özel yetkili mahkemeler sonradan kaldırıldı ama benim hakkımda verdikleri karar onandı, bu nasıl bir çelişki? O mahkemeler yanlışsa, kararları nasıl doğru olabilir? Kararları doğruysa, o mahkemeler niye kapatıldı? Benim anlayamadığım, uyuşturucu verdiğin insanlardan söz ediliyorsa, onların niye ifadeleri alınmıyor, niye mahkemeye çıkmıyorlar? -Ben de avukatım da aynı şeyi merak ediyoruz. Ama bu sorunun bir cevabı yok. Çünkü yok öyle bir şey. Tape deniyor. Altı tape deniyor, beşi nerede? Niye dosyada değil… Avukatım, “Madem bu kadın insanlara uyuşturucu verdi diyorsunuz, o zaman getirin tanıkları, çıkarın tapeleri önümüze” diyor. Tık yok. Göz göre göre beni gömecekler! Bir de işin şu yönü var: Ben bir sanatçıyım, benim bir orkestram var, konserlerim var. Benim bir kariyerim var ve ben bir kadınım. Aileme bakıyorum. Geçimimi sahneden kazanıyorum. Ama cezamın onandığı haberi çıktığından beri, konserlerim küt diye iptal ediliyor. Sanıyorlar ki, sahneye çıktığım anda, gelecek, beni “Hoop” diye alıp, içeri tıkacaklar. On konser gelmişti, hepsi iptal. Bana törende ödül verecekler, ödüllerini çekiyorlar. Böyle bir memleket burası. Ne istiyorlar? Ölmemi mi? İnancını mı yitirdin? -Yok, adalete hala güveniyorum en azından ilahi adalete. Allah’ın adaletine. İçimdeki yangın yerini ancak o söndürebilir. Ola ki aldılar seni, nasıl bir hayat kuracaksın kendine? -Düşünmek bile istemiyorum. Geceleri uyuyamıyorum. Bu haberi duyduğumdan beri, yarı ölüyüm zaten. Yapmadığın bir şeyin acısını sırtında taşımak, ne kadar zor, ne kadar ağır bilemezsin… Bu davayı burada bırakacak mısın, yoksa Anayasa Mahkemesi’ne gidecek misin? -Tabi ki gideceğim. Anayasa Mahkemesi’ne de, olmazsa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de. Sonunda suçsuzluğumu ispat edeceğim. Bir mucize mi bekliyorsun? -Allah’ın mucizelerine sığınmak zorundayım şu anda. Her gece de bunun için dua ediyorum… Kilolarının sebebi sıkıntı ve stres miydi? -Hayatın tozunu toprağını üzerimde bagaj gibi taşıyordum. Bir de insanların arkamdan, “Gördün mü, ne feci olmuş, ne çok kilo almış” diye konuşmaları… Bütün bunların yazılıp çizilmesi. İçimi de şişirdi! Nasıl verdin bu 22 kiloyu? -İrademle, isteğimle… Daha önce bir sürü şey denedin, bu sefer nasıl oldu? -Yaşam koçum Seda’mı buldum! Daha önce Şeyda Coşkun’un ekibindeydi, ayrıldı, şimdi kendi başına çalışıyor. Enerjimiz de tuttu. Demek ki, benim bir diyetisyene gidip diyet listesi değil de, benimle ilgilenecek birine ihtiyacım varmış. Her gün birlikte 6 kilometre yürüdük, evime yemekler yolladı.. Ne kadar sürede verdin? -4 ayda ve çok sağlıklı bir şekilde. Bir sürü ödem de attım. Mayalı şeyleri kesti Seda. Protein ağırlıklı beslendim ama çok dengeli verdi her şeyi. Bir de yürüyüşle gitti tabii. Hala vermek istiyor musun? -Şu anda istediğim kilodayım. Artık korumaya geçtim. Ama diyet yemeğim hep yanımda. Ne mutlu ki sarkmadan, buruşmadan, kırışmadan verdim. Kendimi iyi hissederek… Bir de bu olaylar olmasa daha iyi olacaktı…İnternet Haber
Köşe Bucak Gündem: Köşe Yazarları Bugün Ne Yazdı?
Gazetelerin köşe yazarları bugün neler yazdılar, gündemi nasıl gördüler? İşte günün öne çıkan köşe yazarları... Murat Belge | Başbakan ve kitlesi | Taraf Başbakan, “çoğunlukçu otoriter” bir sistem içinde siyaset yapmanın formülünü buldu. Bu zaten çok zor bir şey değil. Başbakan ve ona oy veren kitle arasında cereyan eden bir diyalog, son analizde. Karşısına çıkan sorun ne olursa olsun, ister bakanıyla bakanın oğlu arasındaki konuşma, ister Başbakan’ın kendi oğluyla konuşması ya da Anayasa Mahkemesi’nin başkanının söyledikleri, Başbakan hemen kendisini dinlemeye hazır bir kitle buluyor ve o insanlara hikâyeyi kendi açısından anlatıyor. Onlar da gerekli tezahüratı yaparak onu dinliyor. Onlar Başbakan’ın ve partisinin kendilerini doğrudan ilgilendiren alanlardaki icraatından hoşnutlar. Siyasetin hiçbir zaman “demokratik” olmadığı bir ülkenin yurttaşları olarak demokratik ilkelerin durumu da onları ilgilendirmiyor. Onlara hoş gelen şeylerin başkalarına hiç de hoş gelmemesi sorun değil. İşler onların istediği şekilde yürütülsün, gerisi boş laf. Yazının tamamını okumak için tıklayınız  Abdülkadir Selvi | Anayasa Mahkemesi ne zaman dinlendi | Yeni Şafak Bizim memlekette yargı ne yazık ki dağıttığı adaletle ya da verdiği kararlarla anılmıyor. Ortada marazi bir durum var. 24 Nisan geleneksel Siyasete had bildirme ve Anayasa Mahkemesinin 52. kuruluş yıldönümü törenleri şeklinde icra ediliyor. Bu bize evrensel hukuk ambalajı altında servis edilmeye çalışılmıyor mu, en çok da ona ifrit oluyorum. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın 32 sayfalık konuşmasında evrensel hukuktan yapılmış hangi norm transferi, hangi içtihat vardı?En kritik yönü de, mahkeme başkanları önlerine gelecek konularda ‘ihsas-ı rey’ de bulunuyorlar. Başbakan Erdoğan, bireysel başvuru kapsamında Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulundu. Başbakan’ın talebi kendisine, ‘sığ’ diyen, ‘Gömlek değiştirdi’ ithamında bulunan Haşim Kılıç’ın başında bulunduğu mahkeme tarafından görüşülecek. Hükümete bu denli negatif bakan Haşim Kılıç’ın başında olduğu Yüce Divan eğer sevk edilirlerse 4 bakanı yargılayacak. Ha bir de gerginlik konusu var. Önce gerginliği üretiyorlar, sonra ülkede gerginlik var diyorlar. Ama onlar konuşuyor, gerginliğin kaynağı olarak gösterdikleri kişi ise susuyor. Dikkatinizi çekti mi bilmem ama Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine girildiği andan itibaren Başbakan, sinirleri alınmış birisine döndü. Evet paralel yapıya meydan okuyor, hesaplaşacağım diyor. Ancak önceden olsa volkanik patlamalar yapacağı olaylar karşısında bile ‘Uhulet ve suhuletle’ hareket ediyor. Yazının devamını okumak için tıklayınız  Yılmaz Özdil | Murat | Hürriyet 1979...Henüz 14 yaşındaydı. Tokat Zileliydi. Dar gelirli ailenin çocuğuydu. Bir eliyle babasının ceketinin ucundan tutuyor, öbür eliyle bavulunu taşıyordu. Gözleri, biraz da korkuyla faltaşı gibi açılmıştı, İstanbul’a ilk gelişiydi, denizi ilk defa o gün gördü. Eminönü’ye vardıklarında Yeni Cami’yi tanıdı, seyrettiği filmlerden... Yolun karşısına geçtiler. Yazının devamını okumak için tıklayınız. Fehmi Koru |  Tayyip Erdoğan ve ters köşeleri... | Star Başbakan Tayyip Erdoğan şaşırtmaya devam ediyor.Önce herkese “Kendini tarif ediyor” diye düşündüren ‘koşan, koşturan, terleyen cumhurbaşkanı’ sözcükleri eşliğinde bir görev tanımıyla karşımıza çıkmıştı; bu yakınlarda ise cumhurbaşkanı adayı konusunda ‘herkesi ters köşeye yatırmak’tan söz etmeye, kimi kast ettiği tam anlaşılmayan ‘sadece Ak Partililer’in değil, CHP, MHP ve BDP’lilerin de oyunu alacak bir aday’ ile seçmen önüne çıkma vaadinde bulunmaya başladı. Yazının devamını okumak için tıklayınız. Cüneyt Özdemir | Türkler ne istiyor? | Radikal 'Kürtler ne istiyor?' yazı dizisinden sonra önerim var: 'Türkler ne istiyor?' yazı dizisinin tam zamanı.Gazetemiz Radikal’in yeni yazı dizisinde Pınar Öğünç son derece önemli ve hayati bir iş yapıyor. Bir süredir barış süreci kapalı kapılar ardında yürürken ne olup bittiğini bir türlü ‘tam olarak’ öğrenemiyorduk. Bir yanda BDP-İmralı –Kandil üçgenindeki mektup ve sınırlı sayıda demeç trafiğinden ipuçları geliyordu ama 'Kürtler ne istiyor' sorusuna cevabımız net değildi. Yazının devamını okumak için tıklayın. Sevilay Yükselir | Erdoğan bir şartla Cumhurbaşkanı olabilir |Sabah Cumhurbaşkanı tartışması sürüyor. Hem iktidar cephesinde hem de muhalefet kesiminde. İktidarın en favori adayının Başbakan Erdoğan olduğunu bir lokma çocuk dahi biliyor artık. Gerçi Başbakan son açıklamalarıyla kafaları epeyce karıştırdı ama şahsen ben adaylığı konusunda hâlâ bir önceki yazımdaki noktadayım. O gün epeyce geri dönüş aldım. Gelen tepkilerin çoğu Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı adayı olması noktasındaki çekincelerle alakalıydı. Ona oy veren büyük kesim Köşk'e çıkmasını pek arzu etmiyor. Yazının devamını okumak için tıklayınız. Can Dündar | 1 Mayıs’ta Taksim’de! | Cumhuriyet  ‘Yasak’ tabelası, her iktidarın vazgeçilmezidir. ‘Yapma’ dedin mi, ‘Niye’si sorulmasın ister iktidar… ‘Yasak’ dedin mi, sorgulanmasın, uygulansın. “Vardır amirlerimin bir bildiği” densin, kurcalanmasın. Çünkü böylelerini yönetmesi kolaydır. Bir havuçla bir sopa yeter. Zor olan, asileri yönetmektir. Çünkü onlar itaati değil, itirazı bilir. Kendisine uzatılan havucun peşinden girmez ağıla hemen; her emri dinlemez, “yasak” tabelasını sevmez. “Neden” diye sorar. Yazının tamamını okumak için tıklayınız  Fatih Altaylı |  Tek partili Meclis şimdi nasıl olur | Habertürk 2002 seçimleri arifesi.  Yeni kurulmuş AK Parti, koşar adım iktidara gidiyor.  Tüm anketlerde açık ara önde.  Cem Uzan'ın Genç Partisi tüm sistemi etkilemiş.  ANAP, DYP, DSP ve MHP'nin baraja takılacağı anketlerde açıkça görülüyor. İki partili bir Meclis'e doğru gidildiği ortada 2002 seçimleri arifesi.  Yeni kurulmuş AK Parti, koşar adım iktidara gidiyor.  Tüm anketlerde açık ara önde.  Cem Uzan'ın Genç Partisi tüm sistemi etkilemiş.  ANAP, DYP, DSP ve MHP'nin baraja takılacağı anketlerde açıkça görülüyor. İki partili bir Meclis'e doğru gidildiği ortada. Yazının devamını okumak için tıklayınız. Bekir Coşkun |  İktisatçının ambarındaydı hukuk… | Sözcü Bir iktisatçı Türkiye’ye hukuk dersi verdi…Karşı tezi savunan da imam…*Haşim Kılıç normalde “arz, talep, girdi, çıktı, ambarda stok durumu” gibi iktisadi meselelere bakacaktı…Bunu Anayasa Mahkemesi Başkanı yaptılar…AVM yerine AYM’ye gitti… Yazının devamını okumak için tıklayınız. Koray Çalışkan | Taksim neden kutsaldır? | Radikal Erdoğan'a bağlı TDK'nın tanımına göre Türkiye işçi sınıfı mücadeleleri açısından en kutsal meydandır. Yasaklamayı düşünmek bile gayri meşrudur.'Ne kutsalı ya” diye sordu, oradan başlayalım. Türk Dil Kurumu, Başbakan'ın seçtiği bir başkan tarafından yönetiliyor. Bu kurumun çıkardığı Büyük Türkçe Sözlük'te 'kutsal'ın dört tanımı var. Yalnızca sonuncu tanım “Tanrı’ya adamış olan.” Yazının devamını okumak için tıklayınız. Ayşe Arman |  Fenerli kadınlar da şampiyon | Hürriyet Çok mutlu, çok coşkulu, çok sevinçli ve çok Fenerliyim! Bu duyguyu, bütün Fenerlilerle paylaşıyorum.Ve başka takımdan da olsa, şampiyonluğu kutlayabilecek kadar sportmen olan herkesle... Yazının devaını okumak için tıklayınız.
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Ekmeleddin İhsanoğlu ile yaklaşık iki yıl önce yüz yüze görüşme fırsatı buldum. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) bünyesinde “Bağımsız Daimi İnsan Hakları Komisyonu” nun kuruluşunun hemen sonrasında, bir grup gazeteci meslektaş ile görüşlerini dinlemiştik. Suriye’de henüz bu boyutlara ulaşmamış iç savaşa dair düşüncelerini “siyaset sularına” girmemeye özen göstererek paylaşmıştı. İhsanoğlu’nun söyledikleri arasında o günden bugüne değer taşıyan en önemli sözünün “Bütün mezhepler eşittir, bizim zenginliğimizdir. Bu zenginliği düşmanlığa dönüştürmemek lazım” notu olduğunu anımsatmakta yarar var. Dahası İhsanoğlu, o dönem Suudi Arabistan kralının talimatıyla, İİT çatısı altında “Mezhepler Arası Diyalog Merkezi” kurulmasının planlandığını da paylaşmıştı. Görüşmeyi yaptığımız Ağustos 2012’den bu tarafa Ortadoğu’da binlerce insanın, sırf mezhep aidiyeti nedeniyle katledilmesi, bu girişimin “başarısı” hakkında bir parça fikir veriyor... Daha doğrusu söz konusu olan yeraltı zenginliklerinin paylaşımıysa, kuralın değişmediğini; diplomasinin ve uluslar üstü kuruluşların insanlık adına hep yenik çıktığını...
'Engelli' Ayşe Arman'ın Tekerlekli Sandalye ile İstanbul Macerası!
Hürriyet gazetesi yazarı Ayşe Arman , engellilerin sorunlarını anlayabilmek için peruk takarak tekerlekli sandalye ile üç gün boyunca İstanbul turu yaptı. İlk gün İstiklal Caddesi’ni dolaşmaya çalışan Arman, ikinci gün Karaköy, Eminönü ve Kadıköy’de engellilerin karşılaştığı sorunları yaşadı. Omurilik Felçlileri Derneği Başkan Yardımcısı Semra Çetinkaya ’yla birlikte İstanbul turu yapan Ayşe Arman’ın “Ayşe’yle Semra engelli İstanbul özürlü” başlığıyla yayımlanan (29 Haziran 2014) gezi hikâyesi şöyle: Ayşe’yle Semra engelli İstanbul özürlü!!! 'Gördüm ki, engelliler için, sokaktaki tehlikeler bitmiyor. Sokak, savaş alanı gibi. Kaldırımlar, oluklar, mazgallar, dik rampalar...' Omurilik Felçlileri Derneği, ilginç bir teklifle geldi: “3 gün birlikte İstanbul’u tekerlekli sandalyeyle dolaşalım, bizim ne çektiğimizi biraz olsun anlayın...” Üzerine atladım! Başkan Yardımcısı Semra Çetinkaya’yla birlikte 3 gün tekerlekli sandalye tecrübesi yaşadım. Tanınmamak için kafama peruk taktım. Ve bu şehrin, engelliler için nasıl bir cehennem olduğuna bizzat tanık oldum. Taksim, Beyoğlu, Tünel, Karaköy, Eminönü, Kadıköy... Yollarda gezdik, toplu taşıma araçlarına bindik. Gördüm ki, engelliler için, sokaktaki tehlikeler bitmiyor. Sokak, savaş alanı gibi. Kaldırımlar, oluklar, mazgallar, dik rampalar. Karşıdan karşıya geçmek en büyük ıstırap. LPG’li taksi, tekerlekli sandalyeni alamıyor, binemiyorsun. Metro, otobüs, tramvay işkence. Yardımsız mümkün değil. Engelli liftleri çalışmıyor, engelli tuvaletleri göstermelik, depo niyetine kullanılıyor. Koskoca şehirde tuvalete bile gidemiyorsun. İstiklal Caddesi boyunca tekerlekli sandalyeyle girilebilecek lokanta yok denecek kadar az. ATM’den para çekebilmen imkansız, engelliler düşünülmemiş. Sandalyenin boyu yetişmiyor. Kartını ve şifreni birine verip yardım istemekten başka çaren yok. Yaşadığımız zorluklar say say bitmiyor. Hakikaten engelliler için İstanbul özürlü bir kent! Yazının devamı için tıklayınız...
Gülmek İçin Yapılmış Birbirinden Saçma Burç Yorumları
İnternetin fenomen yorumlarından biri olan özellikle kızların hergün baktığı burç yorumları.Peki nedir bu burç işi,inanana lafım yok ama kimisine göre gerçekten saçma geliyor.İşte bunlarda tamamen komiklik olsun diye kafadan uydurulmuş burçların birbirinden saçma yorumları.
'Özal'a 'Tonton Baba' Diyorlardı,  Ben de Kendime 'Somun Baba' Diyorum'
Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu, cumhurbaşkanlığı görevini aile babalığına benzeterek, herkesi kucaklaması gerektiğini belirtti. Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu , merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal ’a “tonton baba” denildiğini hatırlatarak seçim sloganı için “Kendim bazı şakalar yaptım. ‘Somun Baba’ dedim kendi kendime. Ya da demin gelinim Twitter geyiklerini anlattı, yine güldüm, komik çünkü bazıları” dedi. İhsanoğlu, Cumhurbaşkanlığı için “Esas güç, Başbakan’ın elinde, öyle de olacak. Cumhurbaşkanı, en tepede, dengeyi tutan, harmoniyi sağlayan bir tür ‘aile babası’. Evet, iyi bir insan olması lazım. Evet, tarafsız olması lazım. Evet, gündemini zorlayan, milleti ayrıştırmayan, herkesi kucaklayabilecek biri olması lazım. Ama bu özelliklere sahip tek kişi ben değilim, yine de üç adaydan biri olarak gösterilmem büyük bir onur” ifadelerini kullandı. Hürriyet gazetesinden Ayşe Arman ’a konuşan Ekmeleddin İhsanoğlu şunları söyledi: Cumhurbaşkanı adayı olmanız teklif edildiğinde ne hissettiniz? -Takdir edersiniz ki bu büyük bir teklif. Farklı tesirler altında kalıyor insan. “Kabul etsem mi, etmesem mi?” diye aklı gidip geliyor mu yani? -Elbette. Kolay iş değil. Çok şerefli bir görev olduğu kadar, çok da büyük sorumluluk istiyor. Bir tereddüt yaşadık. Bir de yurtdışından yeni dönmüştük, “Biz henüz yeni geldik” dedik, “Ama bu vatani görev!” dediler... O sırada, burada kurulu bir eviniz yok... Her şey kolilerde... Havadasınız yani... -Hâlâ öyleyiz! Oğlumuzun evinde kalıyoruz. Ama “Vatani görev, kabul etmeniz gerekiyor!” denince hissiyata mahal kalmadı, akan sular durdu. Hanım başta çok istekli değildi ama çocuklar çok destekledi. Sonunda ailece kabul ettik. Peki “Ben kutuplaşmayı önleyebilecek, ayrımcılık yapmayan biriyim. Bu millete iyi gelirim” diye düşündünüz mü? -Kendim için böyle şeyler diyemem. Bu bir teveccüh. Ama bu ülkede, bu makama layık çok insan var. Ne güzel böyle söyleyebilmeniz... -Ama gerçek! 76 milyonluk bir ülkede, her makama layık insan vardır. Farkına varmamız gereken şu, cumhurbaşkanı adayı, ülkeyi yönetmeye aday biri değil. Bizimki parlamenter sistem. Amerikan başkanlık sistemi gibi bir sistem yok bizde. Esas güç, Başbakan’ın elinde, öyle de olacak. Cumhurbaşkanı, en tepede, dengeyi tutan, harmoniyi sağlayan bir tür ‘aile babası’. Evet, iyi bir insan olması lazım. Evet, tarafsız olması lazım. Evet, gündemini zorlayan, milleti ayrıştırmayan, herkesi kucaklayabilecek biri olması lazım. Ama bu özelliklere sahip tek kişi ben değilim, yine de üç adaydan biri olarak gösterilmem büyük bir onur. Peki sizce Türkiye, sizin gibi donanımlı birine hazır mı? Basın toplantısında “Hanımefendi” diye hitap ettiniz kadın basın mensuplarına. Ne kadar özlemişim böyle bir dili, üslubu... Kalkıp sizi kucaklayasım geldi. Öyle bir şey yapsaydım, sahneye koşup size sarılsaydım, tepkiniz ne olurdu? -(Gülüyor) Hanımın da huzurunda olduğu için bir sorun olmazdı. Zaten seviyor o da sizi, okuyor, takip ediyor. Röportajın devamı için tıklayınız T24
"Selçuk Beni Yordu, Üzdü"
A Milli Takım'ın eski teknik patronu Abdullah Avcı, aldığı tarihi kararın perde arkasını anlattı.“Onun yerine uluslarası standartta Mehmet Topal’ı, Atletico’dan gelen Emre’yi oynattık. Mehmet gibi dünyanın her takımında rahatlıkla oynayacak bir isimden vazgeçemezsin. Nuri, Şampiyonlar Ligi oynamıştı, o da oynamadı. 4 elit oyuncudan 2’sini seçtim, bu bir tercihtir” Abdullah Avcı... 6 yıl İBB ve sonrasında milli takımda Türk futbolunun patronluğu... 21 aylık bu serüvenin ardından yeniden eski takımının başında, yeni adıyla Başakşehir’de. Hocayı, Hollanda’da ziyaret ettik. Her şeyi sorduk, biraz ezber bozmasını istedik. Çünkü yapı olarak çok medeni bir insan. Polemik sevmiyor, ancak milli takımda çok üstüne gidildi. Biz de Ayşe Arman röportajından, Selçuk olayına, giyiminden, Volkan olayına ve gurbetçi tercihlerine kadar sorulmayanları sorduk, açık yüreklilikle cevap verdi. Aslında Avcı doluydu. Ben sormadan ilk tepkisini anlattı... 'Saha dışını yönetemedim' “6+0+4’ü benim yaptığımı söyleyecek kadar ileri gittiler. Gerçekten medyada bazı önyargılar var. Bunları kırmak kolay değil. Bu işte başarılı olmak istiyorsan, yüzde 20 saha içi, yüzde 80 saha dışını yönetmektir. Ben 80’lik bölümü yaşayarak öğrendim. Teknik anlamda bana olan saygıdan belki de daha az eleştiri almış olabilirim. Ancak futbolla ilgili olmayan eleştiriler, beni daha çok üzdü. Saha dışındaki algı operasyonunu çözdün mü korkma. Çünkü isterlerse yazılıyor, istemezlerse yazılmıyor.” 'Ben 4. bıraktım, 4. bitti' Milli takıma Hollanda maçıyla başladık deplasmanda. Maç sonrası Van Gaal bana gelip tebrik etti, ‘Çok iyi bir takım oluşturmuşsun’ dedi. Buradaki son maçta Hollanda’ya yenildik ama hiç kimse Van Gaal’in söylediklerini yazmadı. Milli takımı bıraktığımda grupta 4’üncüydü. Son maç bittiğinde de 4. bitirdik. Macaristan maçı öndeydik. Semih belki de futbol hayatında yapmayacağı bir hata yaptı ve beraberliği yakaladı rakip. Romanya maçı... Volkan şimdiye kadar yapmadığı bir hata yaptı ve golü yedik. Bugün tekrar göreve gelsem saha içini değil, yüzde 80 dediğim saha dışını halletmek en akıllıcası.” 'Van Gaal'in dedikleri ortada' “Buradaki Hollanda maçından sonra Van Gaal’e iki Hollanda maçı soruldu. ‘Birincisinde çok zorlanmıştık. Ama Kadıköy’de maç baştan sona bizim elimizdeydi’ dedi. Bu sözler yayınlandı mı, hayır! Selçuk krizini iyi yönetemediğinizi düşünüyor musunuz? ‘Keşke oynatsaydım’ dediniz mi? “Ersun Hoca da benzerini Hakan Şükür’le yaşadı. Eğer öyle yapsaydım mesleki anlamda kendime ihanet ederdim. Bu Selçuk olayı değil. O gün Emre de olabilirdi. Bu bir tekniz analiz sonucudur. Şu bir gerçek ki Fenerbahçe ve Galatasaray milli takımın üzerinde. Biz Selçuk’u İskenderun’dan, Dardanel’den beri tanırız.” Selçuk’un duruşu, vücut dili de size darbe oldu gibi... “Doğrudur beni yordu, üzdü. Şimdi röportaj yaptığmız otelde ilk Hollanda maçına hazırlandık. İlk defa söylüyorum. Kadroyu açıkladığımda burada soğuk rüzgarlar esti, çok net gördüm. 3 büyükler her şeyin önünde. Onların medyası, onların taraftarı, realite bu. Baskı yapan gol kaçıran takım övgü yerine bir futbolcu üzerinden vurulmaya çalışıldı. Deplasmanda yenemedik diye hayıflandığımız takım Dünya Kupası’nda finalin kapısından dönüp 3. oldu, biraz insaf. Selçuk’un yerine uluslarası standartta Mehmet Topal’ı, Atletico’dan gelen Emre’yi oynattık. Mehmet Topal gibi dünyanın her takımında rahatlıkla oynayabilcek bir isimden vazgeçemezsin. Nuri, Şampiyonlar Ligi oynamış, o da oynamadı. 4 elit oyuncudan ikisini seçtim, bu bir tercihtir.” Baskı ve krizlere hazırlıksız mıydınız? “Bugün Belediyespor’daki Abdullah Avcı da değilim milli takımdaki de. Bu yaşananlardan müthiş bir kazancım oldu. Değişmeyen tarafım samimiyetim.” 'Volkan’a sahip çıktım’ “Volkan olayında iki taraf da haksızdı ama ben futbolcuma sahip çıktım. Hiç kimseye küskün değilim. Sadece üzüldüğüm kırıldığım çok anlar olmuştur. Kişiler var fakat isimlendirmek istemiyorum.” Yeni stadın isminin Fatih Terim olacağını biliyor muydunuz? “Yok orada açılışta öğrendim. Ben aslında bir sponsorla anlaşılıp öyle bir isim konacağını zannediyordum, sürpiz oldu. Hocamızın ismi hayırlısı olsun. Biliyorsunuz beni Galatasaray’a alan Fatih Terim’dir. Milli takımdayken de 17 Yaş milli takımının başına getiren isimdir.” Gurbetçilere ağırlık verdiniz ve işler kötü gidince eleştiri konusu oldu... “Bu konuda acayip rahatım. İki örnek vermek istiyorum. Dünya şampiyonu Almanya’da İlkay sakatlanmasa iki Türk oyuncu vardı Mesut’la birlikte. Çok eleştirildiğim gurbetçi oyuncular Süper Lig’in yüzde 15’ini teşkil ediyor. Yüzde 30 da Türkiye’den çıkanlar. Benim alıp da eleştirildiğim bu oyuncular 3 büyüklerde büyük futbolcu oldu. Hakan Çalhanoğlu’nu ilk çağıran benim. Ailesine kadar gittim ve A Milli Takım’a çağıracağımı söyledim, ikna ettim. 14 milyon Euro’ya Leverkusen’e gitti.” Takımında olmasını istediğin oyuncular kimler? “Mustafa Pektemek oyuncu kalitesi, insan kalitesi profesyonelilğiyle benim gönlümde çok öne çıkar. Ayrıca Holmen’i söyleyebilirim.” Şike sürecinden etkilendiniz mi? “Sürecin dışında kalsam da Türk futbolu çok kan kaybetti.Yorucu ve yıpratıcıydı.” Prolisans olmayan hocaların konuşturulmamasına ne diyorsunuz? “Bence komik... Bir de lise mezunu olmayan alamaz şartı. Tugay, İngiltere’de 8 yıl oynamış. Arif Erdem ve Suat Kaya UEFA Kupası kaldırmış. Bu düzeltildi ve karardan vazgeçildi. Bir de U23 Ligi olması lazım. 19 yaş önemli ama futbolcuya bir şans vermemiz lazım. 23’ten sonra benden bu kadar diyebilirsiniz. Altınordu modelini çok destekliyorum ve organik bir bağımız var, güzel bir model.” Son söz UÇK (Uyuşmazlık Çözüm Kurulu) geri gelsin mi? “Tabii ki, mahkemelerde ne işimiz var. Bizim sorunlarımıza bizim işimizden anlayanlar baksın ve süreçler uzamasın. Yıldırım Demirören de sanırım bu kararın yanlış olduğunu ve geri bir dönüş yapacağını söyledi.” Fanatik
'İstifa Kararı Kolay Olmadı Ama CHP Sayfasını Kapattım'
CHP’den geçen hafta istifa eden Emine Ülker Tarhan, uzun zamandır beklenen bu kararının ‘ duygusal ‘ açıdan zor olduğunu ama ‘ işin içine mantık ve sorumluluk girince kolaylaştığını ‘ söyledi. Bir zamanlar partideki ulusal kanadın en önemli temsilcilerinden olan Tarhan, CHP hakkında da ” Ama benim için artık bu sayfanın kapandığını düşünüyorum, söyleyeceklerimi söyledim ” dedi.Tarhan’ın, Hürriyet’ten Ayşe Arman’a verdiği röportajdan öne çıkan kısımlar şöyle:İstifa zor oldu mu?* Duygusal olarak kolay olmadı. Ama işin içine mantık ve sorumluluk girdi, o zaman kolaylaştı. Bir yanda ülkenin her geçen gün kötüye giden vahim tablosu ve Meclis’e sıkışmış bir siyaset anlayışı, diğer yanda ise çoğunun iyi niyetli olduğuna inandığım parti emekçileri…‘Her türlü hakarete uğradım’* Evet! Birileri bir yerden başlamalı diye düşündüm. Kararım da anlık değildi. Medeni bir çabayla yaptığım kurultay çağrısı sonrası, bana karşı bir linç kampanyası başlatıldı. Her türlü hakarete uğradım. Ardından kurultay toplandı. Baktım, yol haritası çizmek gibi bir niyetleri yok, tam tersine koltuk kavgası, yer kapma yarışı, öfke hezeyanları, masaya vurulan yumruklar… Hamaset diz boyu! Şaşkınlıkla izledim.‘Sonuç alamayınca doğru bildiğimi yaptım’* İstifa, akılda taşınmaz. Benim tek istediğim CHP ile baskıya ve zulme karşı güçlü bir duruşu sergilemekti. Kadın temsilini güçlendirmekti ama olmadı. Çeşitli uyarılarda bulundum, bazen sessizce, bazen yüksek sesle… Ama bir sonuç alınamayacağını anladığımda da doğru bildiğimi yaptım.‘Ucuz kahramanlık’ mı yaptı?* Kahramanlık az çok bilirim ama ucuzluk bilmem! Her zaman şeffaf ve net olmuşumdur. Yapaylıktan rahatsız olurum. Bunlar bir yana, aslında hepimiz biliyoruz ki, ülke siyasetini elinde tutan ve siyasi statüko oluşturan bir güç var. Bu güçler, birbirlerinden besleniyor. Sanki anlaşmışlar gibi ülkeyi yeni fikirlere, doğru politikalara kapatmışlar. Bu durumda, parti içi muhalefet seçenekleri çok fazla olamıyor. Sizin enerjinizi aşan bir çözümsüzlükle karşı karşıya kalıyorsunuz.CHP’deki temel sorun ne?* Aslında bir sorunlar zinciri! Ama benim için artık bu sayfanın kapandığını düşünüyorum, söyleyeceklerimi söyledim.Bundan sonra ne yapacak?* Bundan sonra sadece ülkede gördüğüm sorunlar üzerine yürüyeceğim. Otoriterleşen tek adam yöntemine, çakma yeni cumhuriyet anlayışına, gelir dağılımındaki adaletsizliklere, eğitimde eşitsizliğe, durma noktasına gelen ekonomiye, tıkanan sosyal güvenlik sistemine, ellerinde patlayan dış politikaya ve benzeri meselelere… Bir de Anadolu’da unutulmaya yüz tutan kardeşliğimizi yeniden nasıl hatırlatabiliriz, bunu üzerine çalışmak istiyorum.Yeni parti kuracak mı?* Siyaset, ülkeyi ve halkın karar alma süreçlerini etkilemek ve yönlendirmek için yapılıyor. Ben ‘Eğer iyi yoksa, bulmayız, icat etmeliyiz. Kaybolduysa da geri getirmeliyiz’ diyorum. Bu çerçevede, temsil ettiğim kitlenin yaşamını nasıl kolaylaştırabilirim, ihmal edilmediklerini nasıl hissettirebilirim onlara. İşte buna kafa yoruyorum. Siyasi yol haritam da bununla bağlantılı olarak şekillenecek.Onu harcadılar mı?Mümkün değil! Kendimle ilgili kararları ben veririm. Başkalarına verdirtmem. Birçok şeyi elimin tersiyle ittiğim de oldu.Fazla mı sert davranıyor?* RTE’den de mi sert buluyorlarmış? Bakın, ben neysem oyum. Ama evde de, sokakta da, gençlerle buluştuğumda da hep tam tersini söylerler. Ancak haksızlığa karşı olabildiğince de sert olmaya devam edeceğim.Neden cumhurbaşkanı adayı gösterilmedi?* Sadece benimle veya CHP ile ilgili değil, diğer muhalefet partileri de kendi tabanlarında rahat kabul görebilecek adaylardan bilerek kaçındılar. O günün şartlarında bazı isimlerin yarışarak parlamasından çekinmiş olabilirler. Ama önemli olan ve yanlış olan, Cumhurbaşkanlığı’nın ilk turda ve kolayca hiç mücadele edilmeden, otoriter anlayışa hediye edilmiş olmasıdır.Diken