Görüş Bildir

Ali Tatar Haberleri

Ali Tatar ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Ali Tatar ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

Popüler İçerikler

İntihar Eden Yarbay'ın Kardeşinden Operasyonlara Gönderme: 'Umarım Siz Adil Hukuktan Mahrum Kalmazsınız'
İntihar eden Yarbay'ın kardeşi Ahmet Tatar, Cemaat operasyonu ile ilgili, 'Umarım siz adil hukuktan mahrum kalmazsınız' dedi Amirallere Suikast Davası'nda yargılanırken intihar eden Yarbay Ali Tatar 'ın ağabeyi Ahmet Tatar , Cemaat operasyonu ile ilgili 'Çok canımızı yaktınız. Çok zulmettiniz. Umarım siz adil hukuktan mahrum kalmazsınız' dedi Radikal'de yer alan haberde bu sabah Gülen cemaatine karşı düzenlenen İstanbul merkezli operasyonlara, cemaat mensubu polis ve savcıların düzenlediği iddia edilen davaların taraflarının ne diyeceği merak ediliyordu. Konuyla ilgili ilk tepki Amirallere Suikast Davası'nda yargılanırken başına tek el ateş ederek intihar eden Yarbay Ali Tatar'ın ağabeyi Ahmet Tatar’dan geldi. Tatar Cemaat operasyonu ile ilgili 'Çok canımızı yaktınız. Çok zulmettiniz. Umarım siz adil hukuktan mahrum kalmazsınız.' dedi. Ahmet Tatar'ın açıklaması şöyle: 'Bugünün gözaltıları için ne düşündüğümü soranlara; Aklıma önce güzel insanlar geliyor.Hepsini bir kez daha saygıyla rahmetle anıyorum. Dünün mağrurlarına, bugünün 'mağdurlarına' ise: Çok canımızı yaktınız. Çok zulmettiniz. Umarım siz adil hukuktan mahrum kalmazsınız. T24
Ahmet Altan: 'Toplum AKP'yi Kenara İtecek'
Gazeteci Yazar Ahmet Altan, 'Toplum AKP'yi kenara itecek. Yol ayrımındayız. Ya AKP'yi doğal yollarla kenara itip yaratıcı, üretici bir topluma dönüşür ya da tarihinde rastlamadığı büyüklükte sarsıntı ve acıyla karşılaşır.' dedi.AK Parti'nin seçimleri kazanması durumunda Türkiye'nin çok büyük bir devlet şiddetiyle karşı karşıya kalacağını savunan Altan, 'Kötü giden ekonomiye devlet şiddeti eklenmesi fiziksel kırılmaya yol açar.' diye konuştu.'AK Parti'yi İttihatçılara benzeten Ahmet Altan, şunları söyledi: 'İttihatçılar toplumun istediği sloganlarla geldi, sonra korkunç baskı uyguladı. AKP gibi. Birden devlet hazinesi ellerine geçti, delirmiş gibi çaldılar. Şu anda Türkiye'de bir yolsuzluk orjisi yaşanıyor. Dalgalar halinde, neredeyse ilçe düzeylerine yayılmış bir yolsuzluk örgütlenmesiyle karşı karşıyayız.'Darbecilerin Yunan tragedyası kahramanlarına dönüştüğünü, 10 yıl önce yıkmaya çalıştıkları iktidarın önünde zırh olduklarını kaydeden Altan, 'Balyoz'da bal gibi darbe hazırlıyorlardı ve becerebilselerdi çok adam öldüreceklerdi... Balyoz vardı, Ergenekon vardı, insanları öldürdü. Hâlâ bunu anlatmak zorundayım.' ifadelerini kullandı.Bugün paralellik diye hukukta yeri olmayan bir suç icat edildiğini, insanların bu kavramla korkutulduğunu kaydeden Altan, ortada Cemaat'le ilgili bir suç olmadığını dile getirdi: 'Cemaat'in içinden adamlar suç işlediyse diyeceksin ki: Bak kardeşim bu adam suç işledi. Bak bu suçu. Ortada bir suç yok ki. Bir paralel lafı dolaşıyor.'Hürriyet Pazar'dan Çınar Oskay'a konuşan Ahmet Altan, 'Şu anda Türkiye'deki rejimin adı nedir?' sorusuna şu cevabı verdi: 'Yarı diktatörlük. Ve büyük ihtimalle seçimlerden sonra tam diktatörlüğe dönecek, bir felaket olacak. Susturmak için de bugünkünden büyük şiddet uygulayacak. Başkanlık dediği şey bu. Ekonomik sıkıntıyla devlet şiddeti bir araya geldiğinde bu toplum patlar. Bunun dikişleri sadece bir yerde değil. Kürt-Türk meselesinde var, şehirli-varoş dikişleri var, alaturka-alafranga dikişleri var. Bütün dikişleri aynı anda patlar ve öyle bir kaos çıkar ki! Tweet attığı için insanlar evinden alınıyor. Evi basılıyor! Bu zaten neyin geldiğini gösteriyor. Ama AKP'liler şunu bilsin: Bu gelen şey hepimizin başına geliyor. Para kazanmayı çok seviyor olabilirler. Para kazanmanın da imkânı olmadığı bir yere gidiyoruz.'Ahmet Altan, Hürriyet Pazar'dan Çınar Oskay'ın sorularını şöyle cevapladı:Her şeyden sıyrılıp nasıl romana konsantre oldunuz?Bir romancının gazetecilik yapması acıklı bir şey. Taraf'ta yıllarca kitap yazamadım. Nöbetimi tuttum, bu ülkeye borcum varsa beş sene ödedim. Yazarlar 'kaç yıl yaşayacağım' diye hesap etmiyor. 'Kaç kitap daha yazabilirim' diye bakıyorsun. Kitaplara döndüm. Türkiye'yle ilişkilerime mesafe koydum, günbegün izlemekten uzaklaştım.Neden Osmanlı'nın son günlerini yazdınız?Çöküntü döneminde kişiler daha ilginçleşiyor. Duyguları, ihtirasları daha çok ortaya çıkıyor. Türkiye'nin büyük kırılmasına yol açan alaturka-alafranga ayrışması da bu dönemde keskinleşiyor.Ailenizde de var galiba bu ayrışma. Bazılarından esinlenmişsiniz romanı yazarken.Evet, ailemin bir kısmı daha Batılı. Bir yandan da bir tekke şeyhinin torunlarıyız.Romanda çok ilginç tarihi olaylar var. Mesela Babıâli baskını...Dünyanın en garip darbesidir. Enver Paşa'nın büyük askeri başarısı yok. Fakat delice cesareti, korkunç bir ihtirası var. Sadece Osmanlı'yı değil, dünyayı yönetmek istiyor. İttihatçıların bir kısmı çekinceli. Enver 'Bana 60 fedai ver, ben 60 kişiyle basarım' diyor. O 60 kişi gelmiyor. Beş silahlı adam yine de giriyorlar. Sadrazamdan istifasını alıyorlar. Dört saat sonra halk 'Yaşasın İttihatçılar' diye bağırmaya başlıyor.Romandaki dönemle bugün benziyor mu?Ümitsizliğe sevk edecek kadar... İttihatçılar iyi niyetle geliyor. Eşitlik, adalet, özgürlük için... AKP de böyle geldi. Askeri vesayet döneminde kişi başı gelir 3 bin dolardı. Bunu ileriye götürmek için muhafazakâr kesime ülkeyi açması, zenginleşmesine izin vermesi gerekiyordu. Yapsa iktidarını kaybedecekti. Vazgeçmedi, kırıldı, AKP geldi. Bir müteahhit partisi, epeyce vahşi, estetikten yoksun fakat iyi örgütlenebiliyor, çabuk hareket edebiliyor. Sermayeyi muhafazakâr kesime açıp yatırımlarla, binalarla 3 bin dolardan 10 bin dolara getirdi.Ya şimdi?Askeri vesayetin sıkıştığı noktada şimdi AKP sıkışıyor. 10 bin dolara binayla, köprüyle yolla gelebilirsiniz. Ama sonra yaratıcılık gerekiyor. Yeni fikirler, aletler, buluşlar... AKP kendini buna açamaz çünkü Türkiye'nin özgürleşmesi ve demokratikleşmesi gerekir.Ne olacak peki?Toplum AKP'yi kenara itecek. Yol ayrımındayız. Ya AKP'yi doğal yollarla kenara itip yaratıcı, üretici bir topluma dönüşür ya da tarihinde rastlamadığı büyüklükte sarsıntı ve acıyla karşılaşır. AKP, Erdoğan'ın idaresinde bu seçimleri kazanırsa çok büyük bir devlet şiddetiyle karşılaşacağız. Kötü giden ekonomiye devlet şiddeti eklenmesi fiziksel kırılmaya yol açar.Tarihte var mı örneği?İttihatçılar toplumun istediği sloganlarla geldi, sonra korkunç baskı uyguladı. AKP gibi. Birden devlet hazinesi ellerine geçti, delirmiş gibi çaldılar. Şu anda Türkiye'de bir yolsuzluk orjisi yaşanıyor. Dalgalar halinde, neredeyse ilçe düzeylerine yayılmış bir yolsuzluk örgütlenmesiyle karşı karşıyayız.DARBECİLER YUNAN TRAGEDYASI KAHRAMANLARINA DÖNÜŞTÜMadem siyasete girdik, oradan devam edelim ve Taraf günlerine dönelim. Bilmediğiniz bir kaynak size Balyoz belgelerini getirdi, yayımladınız. İyi bir kontrol süzgecinden geçirdiniz mi?Ben gazeteci olarak ne yaptığımızı söyleyeyim, siz gazeteci olarak başka ne yapılabilirdi onu söyleyin. Bunlar ordunun resmi belgeleri. Üstünde yüzlerce isim var. Sicil numaralarını kontrol ettik, hepsinin uyduğunu gördüğümüz zaman 'Bu belgeler doğru' dedik. Bunlar ordunun istihbarat servislerinden çıkmış. Kimse kalkıp orduya demiyor: 'Bunlar sahteyse senin istihbarat odalarına kim koydu'. O odaların şifresi, parolası, kameraları var. Kim giriyor, kim çıkıyor... Ordu beş sene içinde bir tek insanı sahte belgelerden yargılamadı. Sahte olduğunu iddia ettikleri belgelerden... Bunlar askeri vesayetin belini kıran belgelerdi. Bunu Mehmet Baransu yaptı. Bugün çocuğu hapse atıyorlar, bir de utanmadan eline kelepçe vuruyorlar. Ordu bunun gerçek olduğunu biliyordu. Aytaç Yalman diyor ki: 'Kara Kuvvetleri Komutanı olduğumda ilk bir yılım Balyoz'la geçti.' Eğer gerçek değilse neden bir yılını bununla harcar ki? Bu, bir darbe hazırlığıydı. Bugün tartışmamızın nedeni, iktidarın hırsızlığını Balyoz'un arkasına saklamaya çalışması. Darbeciler Yunan tragedyası kahramanlarına dönüştü. 10 yıl önce yıkmaya çalıştıkları iktidarın önünde zırh oldular.Bir seminerdeki konuşmaların ses kayıtları var, bir de dijital belgeler... Dava ses kayıtlarının değil, dijital belgelerin üzerine kuruldu. Savunma avukatları bu dijital belgelerle ilgili çelişkileri, tutarsızlıkları ortaya çıkardı. Örneğin 5 Mart 2003'te kapandığı belirtilen 11 no'lu CD'de calibri fontu kullanılmış. Oysa Microsoft bu yazı karakterini 2007'de kullanıma soktu. Darbe olursa yardımı alınacak şirketler, sivil memurlar var. Bu kişilerin bazıları o tarihte o şirketlerin personeli değil. El konulacak şirketler arasında 'Recordati' ilaç şirketi var. Oysa 2008 yılına kadar o isimde bir tüzelkişilik yok. İddianamede 2003 yılında kapandığı belirtilen bir CD'den, bu tür tuhaf veriler çıktığında bazı şüpheler duymaya başladınız mı?Hayır, hiçbir şekilde şüphe duymaya başlamadım. İçine biri bir şey koydu mu koymadı mı, bunu anlayabilecek durumda değilim. Bilişim uzmanları var. Hukuki bir tartışma yapmıyoruz. Gazetecilik ve gerçeği bulma tartışması yapıyoruz. Balyoz'da darbe hazırlığı var mıydı yok muydu? Bütün Balyoz konuşmalarını bir daha dinledim. Duruyor internette. Balyoz'un darbe olduğundan şüphe edenlere sadece şunu söylüyorum: Bir buçuk-iki saatinizi ayırın ve o konuşmaları dinleyin.Fakat hapse atılan insanların o konuşmalarla ilgisi yok. Dijital belgelerde görevlendirme yazışmalarında adı geçen askerler, kurmay subaylar tutuklandı. O dijital belgeler de sorunlu. Sanki bu TSK'da bir tasfiye operasyonu gibi...Bu davalar çığırından çıkmış olabilir. Hukukun Türkiye'de iyi işlediğini kimse söyleyemez. Ben 100'den fazla davadan geçtim. Babam 300'den fazla davadan geçti. Bizi haklı yere mi çağırdılar, babam haklı yere mi yattı hapiste? Hayır! Tabii ki hukuk çok kötü işliyor. Ama burada söylediğimiz şey başka: Balyoz'da bal gibi darbe hazırlıyorlardı ve becerebilselerdi çok adam öldüreceklerdi. Hukukta hata varsa, ortaya çıkarsınlar, ki olabilir. Bir kere davanın kendisi çok kalabalık. Bir yüzbaşıyı, binbaşıyı yargılamanın manası yok. Adamlar emir komuta zinciri içinde. Generaller emir veriyor. Generaller için o adamları harcıyorlar.HAKSIZLIĞA UĞRAYAN HERKESİ SAVUNMAK BENİM GÖREVİMBu bavulu gazetenize kim getirdi?Hakikaten bilmiyorum, sormadım. Ben tek şey sorardım, bütün çocuklar bilir: Belgesi var mı? Belgesiz hiçbir haber basmadım. İnsanların aileleriyle ilgili tek bir haber basmadık, bunu yasakladım.Fakat bu haberlerin insani sonuçları oldu. İzin verirseniz size bir şey okumak istiyorum. Yarbay Ali Tatar'ın kardeşi Ahmet Tatar yazmış odatv'de...Biz onunla ilgili, onu intihara sevk edecek bir şey yapmadık.Kardeşi size söylüyor, okuyayım: 'Bir gazeteci düşünün. Bir şeye kendini inandırmış ve bu yolda hak ihlali, hukuksuzluk teferruattan ibaret kalıyor... Bu yüzden yaşanan süreçten, acılardan, kayıplardan başka suçlularla birlikte siz de sorumlusunuz. Berk Erdem'in, Murat Özenalp'in ve kardeşim Ali Tatar'ın kanı sizin de elinize bulaşmıştır.'Bir yazı yazmıştım. Ergenekon davasında bir kişi kanserden öldüğünde çocuklara kızdım 'Niye bunun haberini daha önce getirmediniz' diye. Keşke haberimiz olsaydı ve onun için elimizden geleni yapsaydık. Bu insanlar mazlum durumuna düştükten sonra haksız acılar çekmiş olabilirler. Büyük bir ihtimalle çektiler. Bizim onları savunma ihtimalimiz yok. Çünkü hâlâ gerçek haksızlığın ne olduğunu kanıtlamaya çalışıyoruz. Bize bunun için zaman vermiyorlar. Bir de daha sonra yaşanan mazlumiyet önceki zulmü ortadan kaldırmıyor. Ben de sana JİTEM'i, parkta sevgilisiyle dolaşırken alıp götürülen çocukları anlatayım. 17 bin ölü var Güneydoğu'da. Bunları yaşatan insanların iktidardan gitmesi için uğraştım.Peki haksızlıklar ortaya çıktığında gazeteci olarak 'Bir dakika! Hukuksuz davranıyorsunuz. Davayı özünden saptırmayın!' diyemez miydiniz? Bunu yapsaydınız mücadeleniz daha iyi sonuç vermez miydi?Balyoz vardı, Ergenekon vardı, insanları öldürdü. Hâlâ bunu anlatmak zorundayım. Susup, 'Evet haksızlıklar var' dediğimde savunulacak kimse kalmayacak. Nasıl yapacağım bunu? Yapayım... Haksızlığa uğrayan herkesi savunmak benim görevim. İnsan olarak görevim. Ama 17 bin insanın öldüğü bir ülkede hala 'Ergenekon var' diye bağırmak zorundaysam ve insanlar 'Yok' diyorsa, birileri 'Rejim muhaliflerinin listesini hazırladık' derken, 'Darbe değildi, araya bilmem ne kattılar' dediklerinde 'Darbeydi ulan' diye bağırmak zorundaysam nasıl öbür tarafa döneceğim? Sen de bana bunu söyle! Evet, 20 general darbe hazırlığı yaptı ama bu çocukların ne kabahati var? Bunu desteklerim. Ama bu haksızlığı o darbeyi saklayacakları bir kılıf olarak kullanıyorlar. Sen darbeyi kabul etmediğin zaman birinin bunun darbe olduğunu hatırlatması gerekiyor. Bu kim? Bu biziz.Tüm olaylarda, perde arkasında Cemaat mi var?Bugün paralellik diye hukukta yeri olmayan bir suç icat edildi. İnsanları böyle korkutuyorlar. Eğer böyle bir şey yaptılarsa bunu AKP ile birlikte yaptılar. Cemaat'in AKP'den habersiz yapma ihtimali var mı? İşbirliği yaptılar, yüzde 100. Birlikte çalışmışlar, sonra kavga etmişler. Anladığım kadarıyla bunları yakalayan güç cemaat. 17-25 Aralık'ı da, Balyoz'u da... Çok da iyi yapmışlar. Bunu yaparken suç işledilerse, araya bir şey katmışlarsa bunu yakalamak zorundasın.CEMAAT İKTİDARA GELİRSE CEMAAT'LE DÖVÜŞELİM17 Aralık'ta mı öğrenmişler hırsızlıkları? Cemaat sütten çıkmış ak kaşık mı?İyi ya işte burada sorun: Niye daha önce çıkartmadınız? Cemaat'in içinden adamlar suç işlediyse diyeceksin ki: Bak kardeşim bu adam suç işledi. Bak bu suçu. Ortada bir suç yok ki. Bir paralel lafı dolaşıyor. Cemaat iktidara gelirse, gel konuşalım. Cemaat'le dövüşelim...O zaman bu oyun hiç bitmez. Sisifos'un laneti gibi...Romana döneriz burada. 100 yıl önce aynı şeyler yaşanıyordu.Türkiye 'lanetlenmiş' bir yer mi, romanda bir karakterinize söylettiğiniz gibi?Hayır ama çok kirli bir çamaşır gibi. Bir kez yıkamakla temizlenecek gibi değil.Öyle ya da böyle AKP demokratik yollarla iş başına gelmiş bir siyasi parti. Cemaat ise berrak olmayan bir yapı...Somut suçu ne? Kötülük yapma gücü kimdeyse onunla dövüş. O da iktidardır. Kiminle dövüşeceğini seçmek de bir zekâ işi biraz da cesaret işi.Taraf'taki Genel Yayın Yönetmeni yardımcınız Yasemin Çongar geçen hafta bir yazı yazdı: 'Balyoz davası birçok kişi gibi bana da kurunun yanında yaşın, darbecilerin yanında masumların da yandığı izlenimini verdi. Bundan büyük bir mağduriyet, bundan büyük bir adaletsizlik olamaz.' Ne diyorsunuz?Kesinlikle doğru söylüyor. Neden bir haksızlıktan yana çıkalım? Ömrümüzü bir hakkı savunmak için harcadık. Ama bu haksızlığı başka büyük bir haksızlığı saklamak için kullandıklarından net şekilde konuşamıyoruz ve tavır alamıyoruz. Yoksa Yasemin çok güzel bir yazı yazdı. Benden çok daha akıllı bir yazı yazdı.ZAVALLI KIZCAĞIZ! EN ŞANSSIZ KEMALİST OYDUTaraf gazetesinin bir Cemaat operasyonu olduğunu, meşruiyet kazanmak için sizin ve Yasemin Çongar'ın adını, itibarını kullandıklarını düşünenler var.Çok basit bir şey söyleyeceğim. Gazetede hepimizin banka hesapları 24 saatte bir kontrol ediliyor. Senelerce MİT, polis, asker tarafından dinlendik. En ufak bir ilişki olsaydı ortaya çıkmama ihtimali yoktu. Gazetenin içinde ajanlar vardı. Bir gün toplantıda çocuklara dedim: 'Burada MİT'in veya örgütlerin ajanları var ama bulmaya çalışmayacağım, anlamı yok.' Bir salonda oturuyordu herkes. Herkes toplantıyı dinlerdi, isterse karışırdı. Bu gazetede gizli bir şey nasıl olacak?Sizin bilginiz dışında olamaz mı? Gazetenin sahibinin vs?Parasızlıktan kırılıyordu herkes. Bir akşam saat 11, hiç unutmuyorum. 6-7 çocuk var. Biri geldi dedi ki 'Abi eve gideceğim fakat Akbil bitmiş. Arkadaşlarda da hiç para yok. Sende var mı?' dedi. Cebimde 10 lira vardı, ona verdim. Ne parası ya? Ben Taraf'a gelmeden önce Türkiye'nin en çok satan romancısıydım. Yüz yıldan beri aynı yerde oturduğumuz için bizde herkes parasını aynı bankaya yatırıyor. Orada parama bakan bir kız var. Çok Kemalist bir kız. Kişisel ilişkimiz çok iyi, kitaplarımı seviyor fakat Taraf'tan nefret ediyor. Herkes de bizim para aldığımızı söylüyor. O kız bir gün bana dedi ki: 'Ahmet Bey, Taraf'ı bırakın. Bitti para!' Yani zavallı kızcağız... En şanssız Kemalist oydu!Sizin para aldığınızı söyleyen kimse yok aslında.Kim aldı? O çocuklar ev kiralarını ödeyemediler. Çocuklarının okul parasını ödeyemediler. Anlatıyorum, Akbil'i yoktu be! Herkes şahit bunlara. Çocuklar aç, simit alıp yerdik. Çok güzel simidi vardı oranın! Bunlarla dalga geçerdik.ARTIK ESKİ YAZARLARIMI İZLEMİYORUM, ÜZÜLÜYORUM DA...'Taraf okulu' diye bir ekipten bahsediliyor şimdi. Çok tartışılan yazarlar çıktı: Emre Uslu, Rasim Ozan Kütahyalı, Yıldıray Oğur vs. Bazılarıyla koptunuz. Hatta biri için 'Birkaç kuruş için oda hizmetçiliği yapan çocuk' dediniz. Bugün onları nasıl izliyorsunuz?Orada herkes direndi, dövüştü. Sonra epeyce bir kısmı başka bir yol seçti. Böyle olmasa iyi olurdu. Türkiye'nin çok onurlanacağı, gurur duyacağı insanlar haline gelebilirlerdi. Tercih etmediler. Herkes kendi tarihini kendi yazar. Artık onları izlemiyorum. Üzülüyorum da. Hakikaten sevmiştim. Deli bir İtalyan ailesi gibiydik. Birlikte çile çeker, çok gülerdik. Artık onlarla ilgili konuşmak istemem. Yapacak bir şey yok.Çok fırtınalı bir süreç yaşadınız. Olan biten sizin psikolojinizi, sağlığınızı nasıl etkiledi? Sizi değiştirdi mi?Ben yaşlı bir adamım. Yaşlı adamlar kolay kolay değişmez.Gazeteciliğe dönecek misiniz bir gün?Bütün zamanımı romanlara ayırmak istiyorum. Roman yazmayı seviyorum. Bu tam sevişirken bir adamın gelip 'Şu arabayı biraz iter misin' demesi gibi. Hayır, arabayı itmek istemiyorum. Sevişmeyi seviyorum yahu! Bir romancı gazeteci olmamalı. Bir romancıyı gazeteci olmaya mecbur bırakan toplum sakatlıkları olan bir toplumdur.ONUN KELEPÇELER İÇİNDE DOLAŞMASINA RAZI OLURSAM AYNAYA NASIL BAKACAĞIM?Herkese belgelerimizi açtık. O dönemde Mehmet Baransu'nun altına imza attığı o haberlere gelip bakma cesaretini bile gösteremediler. Bugün utanmadan o çocuğu suçluyorlar. İktidar hırsızlığını saklamak için o çocuğu hapse atıyor ve ödlekler utanmadan o cesur çocuğun hapse atılmasını alkışlıyor. Sonra bana diyorlar ki 'sen niye konuşuyorsun'. Ben neden konuşmayacağım! O çocuk benim yanımda çalışıyordu. Ben onun genel yayın müdürüyüm. Getirdiği haberleri ben bastım. Onun kelepçeler içinde dolaşmasına razı mı olacağım! Razı olursam ben aynaya nasıl bakacağım! Çocuğu alıp götürecekler ve ben de arkamı dönüp gideceğim. Sonra hayatımın geri kalan kısmını nasıl yaşayacağım?Şu anda Türkiye'deki rejimin adı nedir?Yarı diktatörlük. Ve büyük ihtimalle seçimlerden sonra tam diktatörlüğe dönecek, bir felaket olacak.Bununla mücadele etmeyecek misiniz gazeteci olarak?80 milyon insanız. Bensiz yapabilirler.Neden felaket olacak?Susturmak için de bugünkünden büyük şiddet uygulayacak. Başkanlık dediği şey bu. Ekonomik sıkıntıyla devlet şiddeti bir araya geldiğinde bu toplum patlar. Bunun dikişleri sadece bir yerde değil. Kürt-Türk meselesinde var, şehirli-varoş dikişleri var, alaturka-alafranga dikişleri var. Bütün dikişleri aynı anda patlar ve öyle bir kaos çıkar ki! Tweet attığı için insanlar evinden alınıyor. Evi basılıyor! Bu zaten neyin geldiğini gösteriyor. Ama AKP'liler şunu bilsin: Bu gelen şey hepimizin başına geliyor. Para kazanmayı çok seviyor olabilirler. Para kazanmanın da imkânı olmadığı bir yere gidiyoruz.AŞK BİR ZİRVEDİRKıskançlık, mutsuzluk aşkın fıtratında mı var? Böyle belalı bir şey olmak zorunda mı?Yüzde yüz sadakati, her şeyi mutlak istiyorsun. Bunları da kendin tarif ediyorsun. Karşındakini düşünmüyorsun bile. O tarife uymadığı anda kendini ihanete uğramış hissedebiliyorsun.Ortada aslında bir ihanet yokken...Yokken bile uydurabiliyorsun. Sevdiğin insanla arana en büyük engel olarak kendini koyuyorsun. 'Sevmemiştir' duygusu, affedememe hali insanı öyle bir hapishane içine koyuyor ki kapısı yok. Çünkü o sensin. Kendin bir hapishanesin. Bu gerçekten bir acı. Güvenmemek, kıskanmak, seni az sevdiğine inanmak, bundan dolayı gururunun ne kadar yaralandığını fark etmek ve sonunda affedememek. Bu aşkı yok etmiyor, belki alevlendiriyor ama sevdiğin insana ulaşamayacağın bir hapishane oluşturuyor.Yahu bu nedir böyle? Rahat rahat aşksız yaşasak olmaz mı?E olur. Ama düz bir çizgi gibi olur. Geometride çizginin çeşitli türleri var ama zirve de var. Aşk bir zirve. Birçok duygunun aynı anda delice bir coşkuya kavuşması. Bütün varlığını, bütün duygularını hissediyorsun. Nefreti de şehveti de özlemi de kıskançlığı da aşağılanmayı da yücelmeyi de hissediyorsun. Büyük bir orkestra gibi... Hepsi birden yükseliyor. Bu müzik olmasa olur mu, olur. Ama insanlar senfonilerdeki, konçertolardaki yükselişleri seviyorlar ve sevmekte haklılar.Bugünün insanı bu tür aşklardan biraz kaçıyor galiba.Kendimizi tanımıyoruz. Sen bunu söyledikten iki gün sonra delice bir aşkın içinde ağlamaya başlayabilirsin, bilemezsin. O duygular içinde duruyor. Sen ölene kadar duracak. Nasıl, ne zaman, kiminle çıkacağını bilemezsin. O kadar olmadık birisiyle çıkar ki hayatın boyunca şaşarsın. Yeryüzünün tek eğlencesi insanlar... Bir yaratan varsa, onu eğlendiren tek yaratık biziz.Romanda 'Şark erkekleri kurdukları dünyanın gerçek olduğunu kanıtlayabilmek için kadınları öldürmeye bile hazırdırlar' diyorsunuz. Türkiye'deki kadın cinayetlerini böyle açıklayabilir miyiz?Her erkek diğerlerinden iyi olduğuna inanır. 3 milyar erkek var. Hepsi diğerlerinden daha iyi seviştiği kanaatinde! Erkeğin kadına muhtaç olduğu yer bu: Benim daha iyi olduğumu söyle. En küçük şüpheyle, alayla karşılaştığında bütün varlık nedeni çöküyor. Yok olduğunu hissediyor ve gücünü göstermek istiyor. Vahşi bir şekilde gidip kadını öldürüyor. Öldürdükleri genelde onları terk eden kadınlar. Cinayet işleyenlerin bu tür bir bilinçle anlatacaklarını zannetmiyorum ama hissettikleri şey bu.Ya öldürmese bile dünyayı kadınlara dar edenler?Bazıları da küçümseyerek, alay ederek, başka bir kadınla kıskandırarak yapmaya çalışıyor: 'Sen yanıldın, ben çok iyiyim. Bak seninle alay edebiliyorum, seni dövebiliyorum, sana para vermeyip açlığa bırakıyorum.' Öldürmeye bağlı bir zincir. Öldürmek kadar korkunç değil ama aynı temelden...CHA
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Eline silah alıp terör eylemleri yapanlara 'terörist' denir.Eğer teröristler, yaptıkları terör eylemiyle...- Demokratik taleplerin haykırılmasını daha da zor hale getiriyorlarsa...- Egemenlerin azgın dişlerini daha da azgın bir şekilde göstermesine katkı sunuyorlarsa...- 14 yaşındaki bir çocuğun aziz hatırasına bir kez daha saldırılmasına yol açıyorlarsa...- 'Katiller bulunsun' talebinin kısık bir sesle bile dillendirilmesini imkânsız kılıyorlarsa...- Güvenlik politikalarına abanmayı marifet sananların ellerini kuvvetlendiriyorlarsa...- Barışçıl demokratik hak arama taleplerinin töhmet altında kalmasına neden oluyorlarsa...- Elleri böğründe provokasyon bekleyenlerin beklentilerini karşılıyorlarsa...- Çatışmacılıktan hayat bulanlara bulunmaz bir fırsat sunuyorlarsa...Onlara sadece 'teröristler' demek yetmez.*Onlara... 'Maşa oldukları açıkça belli olan provokatör teröristler' denir.
Oramiral Eşref Uğur Yiğit Amirallere Suikast Davasını Değerlendirdi
Amirallere suikast davası kapsamında 4 yıl önce tutuklanan ve intihar eden Yarbay Ali Tatar'ın ailesi Rıdvan Akar'la Habere Dair programına katıldı. Programa, suikast yapılacak isimler arasında olduğu öne sürülmesine karşın Tatar'ın cenazesine katılan Oramiral Eşref Uğur Yiğit de telefonla bağlandı. 4 yıl önce amirallere suikast davası kapsamında tutuklanan ve intihar eden Yarbay Ali Tatar ailesi CNN Türk'de yayınlanan Rıdvan Akar'la Habere Dair programına katıldı. Cenazesine, suikast düzenleneceği iddia edilen Amirallerin arasında yer alan Oramiral Eşref Uğur Yiğit de katılmıştı. Amirallere suikast davası, Poyrazköy davasıyla birleşti ve hiç tutuklu sanık kalmadı. İntihar eden Yarbay’ın ailesi, “adalet arıyoruz” dedi. Emekli Oramiral CNN TÜRK’te yayınlanan Rıdvan Akar’la Habere Dair programına katıldı. Emekli Oramiral Eşref Uğur Yiğit şunları söyledi: 'Türk ordusu ve Türk donanması Mustafa Kemal’in ordusudur,Mustafa Kemal’in donanmasıdır.Dolayısıyla hiçbir subay üstüne amirine böyle bir suikast yaklaşımında kesinlikle bulunamaz. Benim hiç ama hiç aklıma böyle bir şey gelmedi. Çalışkan, temayüz etmiş görevini en iyi şekilde yapan subaylarımın bu şekilde bir hareketle üstlerine, amirlerine karşı alışık olunmayan bir davranış içinde bulunmasını kesinlikle düşünmedim hiçbir zaman da inanmadım.Bunu anlatmak çok güç,suçsuz bir arkadaşınızın, evladınızın masumiyetine inandığınız gibi inanıyorsunuz ama onu kaybediyorsunuz.Dolayısıyla tarifi imkansız bir acı… Bir anımı söylemeden geçemeyeceğim. Bir deniz tatbikatında bulunuyordum, gelen mesajlar arasında Ali Tatar’ın babasını kaybettiği anısı da vardı.Onun için kendisini buldum, tabii o da şaşırdı. Acısını paylaştım ki biz acımız da kederimiz de sevincimiz de ortaktır. Hep paylaşırız silah arkadaşlarımızla,ondan çok etkilendiğini hissettim telefonda bana söyledikleri ifade ettikleri bugün bile aklımda ve bunu da veda mektubunda yazmıştı. Biliyorsunuz 2009'lu yıllardan itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı bir psikolojik harp uygulanıyordu. Bu kapsamda her konuda bireysel,kurumsal olarak silahlı kuvvetler bir iftira kampanyası, kumpas, manipülatif bilgilerle kirletilme, itibar kaybettirme şeklindeki bir taarruz altındaydı.Bu kapsamda Poyrazköy de bunlardan birisiydi. Poyrazköy’deki kazılarda çıkan mühimmatla ilgili de değerlendirmem odur ki; bu arkadaşlar o zaman o birliğin mühimmat depolarına haiz anahtarları kilitleri uhdelerinde bulunduruyorlardı,gece nöbet tutuyorlardı,hiçbir SAT personeli mühimmatlarını dere yatağına gömecek kadar amatör değildir. Depoların anahtarları zaten üzerilerinde bulunuyordu, isteselerdi alırlardı. Bunların hepsinin tamamen bir kurgu olduğu konusunda biz hemfikirdik. Radikal
Unutmayacağız Barışmayacağız Affetmeyeceğiz
Hasdal Askeri Ceza ve Tutukevi B2 koğuşunda iki haftadan bu yana sofraya üç tabak eksik konuyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinin esir alınma harekâtında ilk ve en büyük darbeyi göğüsleyen dört silah arkadaşımız; Deniz Yarbay Ercan Kireçtepe, Deniz Binbaşılar Eren Günay ve Erme Onat ile mahpusluğunu Silivri Ceza ve İnfaz Kurumunda tamamlayan emekli Deniz Binbaşı Levent Bektaş, yaklaşık 5 yıllık tutukluluğun ardından 27 Ocak 2014 günü özgürlüklerine kavuştular.Uğradığımız ihaneti 22 Nisan 2009 tarihinden bu yana Türk adaletine(!)anlatamamanın verdiği isyanla tahliyelere ne kimse sevinebildi ne de mutlu olabildi. Ailesinin bir daha asla kucaklayamayacağı Ali Tatar’ların, Kuddusi Okkır’ların, sokakta dövüle dövüle canından edilen Ali İsmail Korkmaz’ların, ekmek almaya gittiği bakkaldan hâlâ dönemeyen Berkin Elvan’ların olduğu bir ülkede kim, hangi özgürlüğe, nasıl sevinebilir ve mutlu olabilir? Kayseri’ye kaçırılan Ali İsmail Korkmaz davasında sözleri yürekleri yakan Emel Ana’nın; “Gözlerime bakın. Nasıl kıydınız çocuğuma?” sorusu da bundan önceki binlerce yürek yakan soru gibi elbette yanıtsız kalacak. Ama biz, yaşadığımız esareti de, uğradığımız ihaneti de, gözü yaşlı anaların isyanını da asla UNUTMAYACAĞIZ.İçinde adaleti olmayan Çağlayan’daki Adalet (!) Sarayının 27 Ocak 2014 günkü konukları olarak yakında yeri tarih sayfaları olacak Özel Yetkili İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin üyelerini kırmızı tişörtümüzle ve sert sözlerimizle biraz üzdük anlaşılan. Belli ki sözlerimiz en çok da iddia makamını yaralamış olmalı ki mütalaası öncesinde Cumhuriyet Savcısı Nuri Ahmet Saraç; “Bugünkü duruşmada avukatların ve sanıkların sözleri benim kimyamı bozdu, ” demek durumunda kaldı.Sayın Savcıya hatırlatmak gerekir ki, bizim son 5 yıldır uğradığımız ihanete ilişkin kimseyi inandıramamak gibi bir derdimiz var ki, insanda ne kimya bırakır ne de fizik. Ama biz ne kimyamızı bozduk ne de gerçeğin ortaya çıkacağına olan inancımızdan bir gün olsun vazgeçtik. Davadaki tahliyelerden neredeyse saatler sonra yeni görev yeri İstanbul 22. ve 23. Noterleriyle 11. İcra Müdürlüğünün denetimi olarak belirlenen Saraç’a, kimyasının asla bozulmayacağı yeni görevinde başarılar diliyoruz.Bir diğer gerçeklere kulak tıkama ustası Özel Yetkili İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin Silivri’de yürüttüğü Balyoz yargılamasının (!) 27 Ağustos 2012 tarihli duruşmasındaki sözlerimin gerçek çıkmasına ise çok az bir zaman kaldı: “Bu güç, bu erk bir gün el değiştirir. Yarın öbür gün, dışarıda inşa edilen mahkeme salonlarında başka birileri yargılanır inşallah. Benim size bir tavsiyem olacak. İnşallah ne yaptığınızı bilmiyorsunuzdur. Yarın savunmanızı bunun üstüne inşa edin. Deyin ki; ‘Biz ne yaptığımızı bilmiyorduk. Biz adil yargılama yaptığımızı sanıyorduk.’ Ve inşallah size de aynı sizin gibi yargılayan adil yargıçlar düşer. İnşallah size de adil yargılanmak kısmet olur.”Temennilerimi tehdit olarak algılayan ve yeni tayin yeri olan Bakırköy’de başarılı yargılamalarının (!) devamını dilediğim Mahkeme Başkanı Hâkim Ömer Diken’in cevaben söylediği: “Ali Türkşen, bizi tehdit edemezsiniz. Biz korksak bu kürsüye çıkmayız bir. İkincisi Türk Milleti adına yargılama yapan bir mahkemeyi suç işlemekle itham ediyorsunuz. Biz hesabını veremeyeceğimiz hiçbir kararın altına imza atmayız,” sözlerinin de arkasında durmasını önemle rica ediyorum. Mâlum 17 Aralık 2013 tarihinden bu yana hesap soranlarla hesap verenlerin birbirine karışmaya başladığı, kimin ne zaman hesaba çekileceğinin belli olmadığı bir ortamda tavsiyelerim ve temennilerim aynen geçerlidir.Ancak…Dün kendilerini iftira davaların savcısı ilan eden, bugün “Ne istediler de vermedik?” dedikleri şahısları en hafifinden “çete” ve “paralel devlet ” ilan edenleri de sizlerden ayrı tutmuyoruz. 11 yıllık AKP iktidarı döneminde işleriniz tıkırında giderken ve yurtseverler zindanları doldururken, ülkemiz insanına zulümde ortak olduğunuzu, bugün binlercesini yerlerinden ettiğiniz Emniyet ve yargı mensuplarını dün kahraman ilan ettiğinizi de asla unutmayacağız. Bugün işinize gelen kanunu yine işinize geldiği gibi ve kendi paçanızı kurtaracak şekilde gündeme taşımanız, paralel devleti kendi canınız yanınca aklınıza getirmeniz, işlediğiniz günahları ortadan kaldırmayacak.Dün vatanseverleri, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını, tamamen dijital iftiralara dayanarak ve hiçbir şüphe duymadan, darbeci, terörist, toprak altına mühimmat gömen, müzeleri ziyaret eden çocukları, gayrimüslimleri öldürmeyi planlayan, kendi uçağını düşürecek, cami bombalayacak, casus, uyuşturucu düşkünü, fuhuşçu kişiler olarak ilan eden, bugün ise kandırıldığını, kullanıldığını ve “kullanışlı aptal” olduğunu televizyon ekranlarıyla gazetelerindeki köşelerinde itiraf edenlerin günah çıkarma çabalarını da hoşgörüyle karşılamayacağız ve hiçbirinizle BARIŞMAYACAĞIZ.Tam 3 yıl önce bugün 11 Şubat 2011 tarihinde başlayan esaretimizin daha ne kadar süreceği bilinmez. Ancak tutsaklığımıza temel teşkil eden ve Gölcük Donanma Komutanlığından çıkan 5 numaralı hard diskin sahteliğini bir kez daha ve hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispatlayan 20 Ocak 2014 tarihli TÜBİTAK raporunun da hiçbir anlam ve önemi yoktur. Aradan geçen bunca yılda ülkemiz insanı maruz bırakıldığımız komplo düzenini herhangi bir rapora ihtiyaç duymaksızın görmüş ve bizi kalplerinde masum ilan etmiştir. Kurduğunuz ve ortaklık etiğiniz kumpas düzeni ortaya çıktıkça yaşadığımız her bir gün, bizim için özgürlükten de kıymetli hale gelmiştir.Yine de bu düzeni kuranlar, ortak olanlar ve yaşananlar karşısında hiçbir şey yapmadan susanlar şunu asla unutmasın.Bir gün gerçek Türk adaleti ve hiçbir etki altında kalmadan karar verecek Türk hâkimlerinin karşısında aklanacağımıza adımız gibi emin olsak da, o gün gelene kadar; yaşadığımız iftira düzenini, hapiste geçirdiğimiz tek bir günü, evlatlarını toprağa veren anaların gözyaşlarını, çocuklarımızın küçücük yaşta cezaevi ortamıyla tanışmalarını, sahteliği şüphe götürmez delilleri dikkate alan hâkim ve savcıları, boğazından tek bir kuruş haram lokma geçmeden bir ömür süren insanlar cezaevlerini doldurur ve hastalıklarla boğuşurken ayakkabı kutularına dolup taşan servetleri edinenleri, onlara vesile olanları, silah arkadaşı adı altında bizi bu komploların kucağına iten ve bir ömür kendilerini gizleyen hainleri, son olarak da makam ve rütbelerinin gereğini yerine getirerek paralel devletin Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki elemanlarını ortaya çıkartacak yüreği olmayan ilgili ve bilgili kamu görevlilerini asla UNUTMAYACAĞIZ, onlarla asla BARIŞMAYACAĞIZ ve elbette onları asla AFFETMEYECEĞİZ.3 yıldır tutsak edildiğimiz Hasdal ve Silivri zindanlarında bir gün olsun başımızı önümüze eğmeden yaşamanın verdiği onur ve haklılığımızın ortaya çıkmasının verdiği huzurla tüm halkımıza en derin sevgi ve saygılarımı sunuyor, adalet ve özgürlük dolu günler diliyorum.Ali TürkşenDeniz Kurmay AlbayOdatv.com
Geç de Olsa Gelen Adalet mi? Ali Tatar ve Onur Yaser Can'ı Hayattan Koparanlar Tutuklandı
Adalet, hak, hukuk, demokrasi. Aslında insanlık tarihinde yine içini biz insanların doldurduğu kurallar ve beraber yaşama kriterleri. Normal bir düzende hepimize lazım olan ve insanlık onurumuzu ayakta tutan bu kavramlar, 15 Temmuz’da ayaklar altına alınmaya çalışıldı. Daha doğrusu çoğumuz bunu 15 Temmuz’da yaşarken, bu hakları elinden alınan, birbirinden alakasız 2 insan hayatlarına kıyarak onurlu bir ölümü seçti. Şimdi sizlere bugün tek bir ağızdan lanetlediğimiz FETÖ’nün, türlü yalanlar ve aşağılamalarla hayatlarına son verdiği 2 güzel insandan bahsedeceğiz. Yarbay Ali Tatar ve Onur Can Yaser.
Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı
Son günlerin tozu dumanı arasında, farkında mısınız bilmem, AKP Ergenekon’la sinsice iş bağlıyor. Devlete büyük ölçüde hakim olan iktidar, bir yandan eski ortağı Cemaat’e yeni darbeler vurmaya hazırlanırken öte yandan devletin derinliklerinde kod adı Ergenekon olan yapıyla buluşuyor, uzlaşıyor, bütünleşiyor.Ergenekon derken sadece Ergenekon davasını değil kadim devlet aklını ve onun emrindeki Türk Gladyosunu, daha doğrusu Gladyo’nun bugünkü şekillenmesini kastediyorum.
'Siz Sandığınız Kadar Çok, Biz de Sandığınız Kadar Az Değiliz' Denebilmeliydi
CHP Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan, Cumhurbaşkanı adayı olması için başlatılan girişimler ile ilgili yazılı bir açıklama yaptı. Tarhan açıklamasında, 'Bana göre, 'çatı benim, çatı benim' diye şişinip duran bir adam doğrulanmamalı, onun kurallarına uyulmamalıydı. 'Siz sandığınız kadar çok, biz de sandığınız kadar az değiliz' denebilmeliydi inançla… Çünkü, toplum siyahla gri arasında seçim yapmaya zorlanmamalı, 'ben kırmızıyım' diyenlere de seçenek sunulmalıydı' ifadelerine yer verdi. Doğan Haber Ajansı’nda yer alan habere göre Tarhan, 'Milletvekili arkadaşlarım tarafından Cumhurbaşkanı adayı olmam için başlatılan girişimin her kesimden ilgi görmesi ülkemin geleceğine dair beni umutlandırmış ve yüreklendirmiştir. Türkiye'nin her bölgesinden gelen olağanüstü desteğe, özellikle gençlere, kadınlara, demokratik kitle örgütlerine, emekçilerimize, sanatçılarımıza teşekkür ediyorum. Girişimi başlatanlara da gösterdikleri güven nedeniyle teşekkür ediyorum' dedi. Tarhan, 'Gösterilen çatı adaya ben imza vermedim. Çünkü, gücünü demokrasiden alması gereken bir partide adayın tespit yöntemi demokratik, şeffaf değildi. Halk tarafından seçilecek ilk cumhurbaşkanı adayını biz partililer medyadan öğrenmemeliydik, eleştirdiğimiz yöntemleri biz uygulamamalıydık. Çünkü, aday bize ait ilkeleri, Anadolu aydınlanma kültürü ve değerlerini, baskıya karşı adalet mücadelesini ve tarihimizin en özgürlükçü halk hareketi olan Gezi'nin ruhunu temsil etmiyordu. Ben orada, sıralı bir ölümü beklemeden öldürülen oğulların uğruna can verdiği değerlerin sararıp solmaması gerektiğine inanıyorum. Ve ben, Madımak'ın, Yarbay Ali Tatar'ın, Silivri'nin, Reyhanlı'nın, Berkin 'in, Ali İsmail'i n, Abdullah 'ın, Ethem 'in, Mehmet 'in ve daha niceleri ile Soma'nın hiç unutulmaması gerektiğine inanıyorum. Çünkü özgürlükçü değerlere vurgu yerine bugün ülkede hâkim olan iklime teslim olunmasına karşı çıkıyorum. Tercihi sadece ' Recep Tayyip Erdoğan' ı kullanmak' üzerinden yapmanın insanımızın birikimine haksızlık olduğunu düşünüyorum. Bana göre, 'çatı benim, çatı benim' diye şişinip duran bir adam doğrulanmamalı, onun kurallarına uyulmamalıydı. 'Siz sandığınız kadar çok, biz de sandığınız kadar az değiliz' denebilmeliydi inançla… Çünkü, toplum siyahla gri arasında seçim yapmaya zorlanmamalı, 'ben kırmızıyım' diyenlere de seçenek sunulmalıydı. Ben nasıl bir aday isterdim? Ülkedeki haksızlıklarla ilgili -mücadeleyi geçiyorum- hiç değilse bir kelam etmiş olsun isterdim. Ellerini oğuşturarak fırsatını kollayan kaymak tabakanın değil, halkın taleplerine kulak verilmesini isterdim. İlla çatıysa mesele, ortak paydası ezilenler olsun isterdim. Aday, hangi gencin, hangi yoksulun, hangi özgürlük yolunda bedel ödemiş, hangi maden yolunda ömür tüketmişin, hangi masa başında ter dökenin gözünü parlatacak ona bir bakardım. Şimdi onlar, bırakın çatıyı, saçak altı bulabilecekler mi ayakları ıslanmadan?' dedi. Tarhan, 'Cumhuriyetimizin, devrimlerin, CHP'nin varlığına yönelik her türlü saldırıya karşı onuru ve alınteriyle çalışan, her gün iktidar ve türevi zihniyetlerin saldırısına uğrayan, partimizi sırtında taşıyan örgütümüz, inandığı değerler için mücadelesine tanık oldukları birisi için çalışsın isterdim. Eminim onlar da ülkedeki adaletsizlikleri, emek sömürüsünü kenardan izleyen değil, bunlarla savaşan birini görmek, onun için heyecanlanmak isterlerdi… Çatı, kölelik düzeniyle, kadının yok sayılmasıyla/aşağılanmasıyla, baskılarla, taassup örtüsü örtülmüş hırsızlıklarla mücadelenin çatısı olsun isterlerdi. Çünkü ben, artık her seçimde aday içine sinmese de, bir umutla sandığa koşan özverili insanlarımızın yine bir seçim akşamı başlarını eğmelerini istemiyorum. Sonuç ne olursa olsun, mücadele etmiş olmanın onuru ve yarından itibaren yeniden mücadele edecek olmanın azmi ile başlarını gururla kaldırmalarını istiyorum. Bunları söylemek, partisinin değerleri için mücadele ettiğini defalarca kanıtlamış ve başarılı olmasını isteyen bir siyasetçi olarak en doğal hakkım ve -eğer değiştirilmemişse- parti kültürünün gereğidir. Gelelim reel politiğe… Unuttuk sanırım, iki turlu değil miydi seçim? İlk turda herkes kendisini temsil eden bir adaya oy verseydi, katılım daha yüksek olmaz mıydı? Bize oy veren kitlelerin bilinçle ama illaki heyecanla sandık başına gittikleri hiç düşünülmedi mi? Katılımı güçlendirecek bir formülle ilk turda rakibin kazanma ihtimali yok edilemez miydi? CHP'nin bu anlayışla çıkaracağı adayın ikinci tura kalmasının önünde bir engel mi vardı? Büyük uzlaşmalar, taraflar samimi ve kararlı ise böyle de sağlanamaz mıydı? Ve bunu gören, söyleyen, seçenek sunanlardan neden korkuluyor?' İfadelerini kullandı. Tarhan, 'Son olarak, olası bir başarısızlığa günah keçisi yaratmak için sıkça ve gayet 'veciz' sözcüklerle yapılan disiplin tehditlerine gelince… Partimizin anayasası olan programımız, 'CHP; bağımsızlık ruhunun temsilcisidir… Laik demokratik cumhuriyetin kararlı savunucusudur… Kemal Atatürk önderliğinde oluşturulan ve dünyada başka örneği olmayan çağdaş Türkiye modelinin güvencesidir' der. Yeni Osmanlıcılığı değil, çağdaş Türkiye'yi hedef alır. Teslimiyeti değil, mücadeleyi öngörür. Buna, yani partimin değerlerine inandığım, savunduğum için disipline verileceksem, hazırım. Disiplin kuruluna giderim, arkamdan kimin geldiğine de bakmam. Ancak böyle bir sürecin kimlerin parti programını ve değerlerini ihlal ettiğinin sorgulanacağı bir dönem olacağını ve en yüce disiplin makamının CHP tabanında kimlik bulacağını da hatırlatırım' sözlerine yer verdi.T24