Görüş Bildir
Haberler
Anayasa'da Olan, Gerçek Hayatta da Keşke Olsa Dedirten 10 Kural

Anayasa'da Olan, Gerçek Hayatta da Keşke Olsa Dedirten 10 Kural

18.09.2014 - 04:33 Son Güncelleme: 18.09.2014 - 09:14

Mahatma Gandhi'nin ilk İngiltere ziyaretinde bir gazeteci yanına yaklaşır  'Batı medeniyeti hakkında ne düşünüyorsunuz' diye sorar. Gandhi hafifçe tebessüm eder 'Batı medeniyeti' der 'iyi bir fikir olurdu.'

Memleketimiz açısından da anayasa iyi bir fikirdi. Böyle bir şeye sahip olduğumuzu biliyoruz ancak anayasa dediğimiz o 'şeyin' tam olarak ne olduğu hususunda kesin bir fikrimiz yok. Örneğin kızlarını evlendiren çilekeş analarımız çeyizlerine Gönül Candaş'ın 'Bereketli Olsun' kitabını ekleyip, milli mutfağımızı jenerasyonlar ötesine doğru taşıyor, somut olarak bu kitap sayesinde harikulade dolmalar yiyebiliyoruz. Gönül Candaş'ın kitabının elle tutulur, gözle görülür bir yanı var.  Anayasamızsa memleket ahvali için ulaşılmaz, dokunulmaz, ne olduğu muğlak neredeyse mitolojik bir vaka. Böyle bir şeyin varolduğunu duyduk, belirli kuralları dikte ettiği hakkında da bir fikir sahibiyiz ama tam olarak nedir, ne değildir bilen yok. Anayasaya uygun hareket edilmezse 'çok ayıp' olacağı konusunda bir ortak kanaatimiz varsa da, bunun dışında ne manaya geldiği ve bir takım Anayasa Mahkemesi üyelerinin neden habire bazı şeylere 'Anayasaya aykırı' diye heyheylenip durmadan maraza çıkardığı necip milletimiz tarafından tam olarak anlaşılamadı. Halbuki anayasamız, kimse bakıp uygulamasa ve kasıtlı olarak kurallarını çiğnemeye çalışsa da 'gerçek hayatta olsa müthiş olur' diyeceğimiz fikirlerle dolu. Onlardan 10 tanesini derledik.

İçeriğin Devamı Aşağıda

1. Hukuk Devleti

1. Hukuk Devleti

Anayasamızın 2. maddesine göre 'Türkiye Cumhuriyeti demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.'

Aristo 'devletler hukukla yönetilmelidir' dediği zaman gerçekten de müthiş bir fikir bulmuştu. 16. yüzyıla kadar bu fikrin kıymetini anlamakta insanlık zorluk çekse de o çağdan sonra gittikçe artan bir hızla 'hukuk devleti ilkesi'nin esasında nimetlerden bir nimet olduğuna kani olduk. Bugün sahip olduğumuz tüm hakların temelinde de bu ilke var.

Hukuk devleti, bir ülkede yaşayan tüm vatandaşların ve yöneticilerin iş ve eylemlerinde hukuk kurallarına uygun davranması anlamına gelir. Şayet bir kişi yaptığı bir hareketle hukuk kurallarını çiğnerse bu durum bağımsız mahkemeler eliyle yargılanır, sonuca varılır. Kimse hukukun üstünde değildir. Yani hangi makama, hangi mevkiye gelirse gelsin, bu ülkedeki hiçbir kişi kendisini hukukun üstünde kabul edip canı istediği gibi keyfi davranamaz. Yaptığı eylemlerden dolayı sorumludur. Bunun bize gerçek hayatta faydası şu, örneğin bir kamu görevlisi gelip, evimize girip, canı istediği için malımızı mülkümüzü alacak olsa, belki bunu gücü yettiği için yapabilir ancak bizim hayatımızın ve mallarımız hukuk devleti ilkesiyle teminat altındadır. Olması gerekir.

Her ne kadar anayasamız hukuk devleti ilkesine yer vermişse de, bu ilke nedense memleket çapında pek itibar görmedi. Kendisinini hukukun üstünde görenler, kuralları çiğneyip bir çok hak ihlaline neden olurken, alkış kıyamet bu vakaya destek verdik. Neticede memleket 'nerelisin hemşehrim' ve 'sen benim kim olduğumu biliyor musun?' sorularının parantezinde kaldı, gücü gücü yetene yaşayıp gidiyoruz.

2. Devletin Amacı Kişilerin Refah, Huzur ve Mutluluğunu Sağlamaktır

2. Devletin Amacı Kişilerin Refah, Huzur ve Mutluluğunu Sağlamaktır

Nasıl ki şirketlerin amacı kar etmek, sendikaların amacı işçi haklarını korumak, Ajdar'ın amacı da şöhret olmaksa devletin de bir amacı var ve bu amacı gerçekleştirmek için bizim tarafımızdan kuruldu. 

Anayasanın 5. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti adını verdiğimiz bu tatlı örgütlenmenin muradı şu: 'Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.'

Yani devlet kutsal, gökyüzünün tepesinde yer alan, bizlerden çok uzak olan bir ulvi varlık değil, belirli bir amacı yerine getirmek için bizim verdiğimiz yetkiyle kurulan ve bu amacı gerçekleştirmek için çalıştığı sürece de meşru olan bir bürokratik örgütlenmedir. 

Normalde hayata geçse çok süper olacağı kesin olan bu fikir de memlekette pek itibar bulmadı. 'Devletin malı deniz, yemeyen keriz' ilkesi çerçevesinde devlet makamına geçenler kişisel refah ve mutluluklarını alabildiğine arttırırken, 'kutsal devlet' diye diye en sonunda eleştirilemez, her yaptığında bir hikmet bulunan, karşısında boynumuzun kıldan ince kaldığı bir yapıya kavuştuk çok şükür.

3. Kuvvetler Ayrılığı

3. Kuvvetler Ayrılığı

Fransız Kralı 16. Louis 'devlet benim' dediği zaman boş konuşmuyordu. Egemenlik bütünüyle kendisinin elindeydi. Ağzından çıkan sözler kanundu, devlet kendisi adına kendi iradesini uygulayan bir örgütlenmeden yargı da onun ağzından çıkanlara uygun davranmayanları cezalandırma aracından ibaretti. Louis beyefendi bu yetkisini doğrudan Tanrı'dan aldığını iddia ediyor, Fransa adı verilen toprak parçası üzerinde yaşayan her insanın da bu egemenliğe biat etmesini talep ediyordu. Kazın ayağı öyle olmadı. İnsanlık uzun yürüyüşünde egemenliğin yegane sahibinin bizzatihi o ülkede yaşayan insanlar ve o insanların kanunlara verdiği rıza olduğunu anladı. Louis bu durumu idrak edemeyip, tahtında mutlak yetkiyle oturmaya çalışınca da halkla arasında çıkan husumet nedeniyle kendisini giyotine gönderdiler.

Yasama 'kanun yapma' yetkisini, yürütme 'kabul edilen bu kanunların uygulanmasını', yargı da 'kanunlara uygunluk denetimi'ni ifade eder. Bu kuvvetler tek elde toplanır, her şeye tek bir adam karar verir ve bu adamın eylemlerin denetleyecek bir yargı kalmazsa da egemenlik millette değil bir şahsın veya zümrenin eline geçmiş demektir. 

Kuvvetler ayrılığı ilkesi işte bu egemenliğin bir ülkede yaşayan kimsenin eline geçmemesi için bulunmuş bir çözümdür. İlkenin amacı bu şekilde teker teker güçsüz insanların haklarının korunup, hiç kimsenin üstün güçlere kavuşarak halka zulmetmemesini sağlamaktır.

Anayasamızın başlangıç kısmında bu sebeple kuvvetler ayrılığından şöyle bahsedilir: 'Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu' kabul edilir.

Bu güzel fikir de memleketimizde yer bulmadı. Memleketi yönetenler bu tip ayrıntılarla uğraşmak yerine bütün gücü ellerinde toplayıp, kafalarına göre memleketi idare etmek istediklerinden yapılan türlü çeşit düzenleme ile kuvvetler ayrılığı ilkesi fiilen biber dolması kadar etkin bir noktaya getirildi. Kaldı ki biber dolmalarından aldığımız protein herhalde hepimiz için daha faydalı.

4. Kanun Önünde Eşitlik

4. Kanun Önünde Eşitlik

En ufak bir sohbete 'sen benim kim olduğumu biliyor musun?' atarıyla başlayan bir memleket ahvalimiz olduğu için herhangi bir anlamda eşitliği yaşamak ve yaşatmak biraz bizi aşıyor, bu 'statü' aşkına karşı en anlamlı eleştiriyse rahmetli Kemal Sunal'ın Kibar Feyzo filminden yadigar 'hiç ağa boku üstüne bok olur mu?' cümlesi oluyor.

Amma ve lakin Anayasamızın 10. maddesi şöyle bir iddiaya sahip: 'Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir...... Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.'

Yani Anayasa diyor ki dağdaki çobanla, profesör, erkeklerle kadınlar, milletvekilleri çocuklarıyla maden işçisinin evlatları, Alevilerle Sünniler, Kürtler, Araplar, Çerkezler, Boşnaklar ve her etnik gruptan insan, Bilal Erdoğan ile Ali İsmail Korkmaz eşit haklara sahiptir, biri bir hak çiğnediği şekilde de eşit şekilde yargılanır ve eğer suç işlediği sabit olursa da kanunda belirtilen cezayı eşit şekilde alır.

Neden? Çünkü eğer birileri daha üstün ve farklı haklara sahipse buna 'hak' değil 'ayrıcalık' denir o zaman da toplumun kalanı ayrımcılığa maruz kalır. Ben kimliğim sebebiyle suç işlediğim zaman yargılanamıyorsam ve hepiniz yargılanıyorsanız o zaman ben sizin üstünüzüm demektir. Böyle bir toplumda da çatışmalar eksik olmaz, günümüz münakaşa, dert ve tasayla geçer, ayrımcılığa uğrayanlar haklarını talep edip ayrıcalık sahibi olanlar da imtiyazlarını bırakmak istemediği için nümayiş yaşanır, polis trafikte bir adamı durduğu zaman adamın suç işleyip işlemediğine değil 'nereli' ve 'kim' olduğuna bakar, başımız durduk yere ağrır. Fena bir ilke değildi, pek kullanmadık.

5. Yaşama Hakkı

5. Yaşama Hakkı

Anayasanın 17. maddesine göre 'Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.'

Herkes derken gerçekten herkes. Devletin görevi herkesin yaşama hakkını korumak, insanların yaşam hakkına kast edenlere de engel olmaktır. Yaşam hakkının elinden alınması cinayettir. Devlet de kafasına göre kimsenin bu hakkını elinden alamaz. 

Ancak bu hak da memlekette pek iltifat bulmadı. 6-7 Eylül, Çorum, Maraş, Sivas, faili meçhul cinayetler, orantısız şiddet derken yaşama hakkı bizim memlekette bir şansa, bir tür imtiyaza dönüştü. Şükür başımıza ciddi bir şey gelmeden bugünleri de gördük diyor, hamdolsun hayatımıza devam ediyoruz.

İçeriğin Devamı Aşağıda

6. Özel Hayatın Gizliliği

7. Haberleşme Özgürlüğü

7. Haberleşme Özgürlüğü

Anayasa'nın 22. maddesine göre 'Herkes, haberleşme hürriyetine  sahiptir. Haberleşmenin  gizliliği esastır.'

Telefonla, internetle veya mektupla olsun bir başkasıyla yaptığınız iletişim gizlidir. Devlet bu iletişimi takip ederek sizin hakkınızda bilgi toplayamaz, bu bilgileri de kimse sizin aleyhinize kullanamaz. 

Ancak pratikte elbette böyle bir gizlilik memleketimizde yok. Her şey aleni. Sevgilinizle yaptığınız konuşmalar, whatsapptan attığınız 'uyuyor musun' mesajları, 'neyse sen msglsun glb...' smsleri hepsi artık memleketimizin arşivlerinde var. Hepimiz de rahat ettik, telefonla konuşurken devletin bizi ilk kez gerçekten dinlemesinin verdiği heyecanla içimizi döküyoruz.

8. Din ve Vicdan Özgürlüğü

8. Din ve Vicdan Özgürlüğü

Anayasa'nın 24. maddesine göre ' Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî âyin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.'

Esasında çok iyi bir fikirdi. Bu yolla hiç kimsenin dini inancı sebebiyle ayrımcılığa uğramaması, herkesin dinini ve inanışını kendi istediği dairede özgürce yaşaması hedefleniyordu. Olmadı. Başörtüsü sorununun yanı sıra, Alevilerin cemevleriyle ilgili yaşanan ayrımcılık, gayri müslimlerin yaşadığı sorunlar da devam ediyor. Devlet yöneticileri insanların hangi dine inanıp onu nasıl yaşaması gerektiğini söyleme inatlarından bir türlü vazgeçmediler, memleket ahvali de bu hürriyeti bir türlü sindiremedi. Sonuçta inanışları sebebiyle farklı kutuplara ayrılan ve birbirine o gözlüklerle bakan bir toplumun ortasında yaşıyor, bu sebeple yaşadığımız sorunları da çözemiyoruz.

9. Düşünce Özgürlüğü

9. Düşünce Özgürlüğü

Anayasa bu konuda çok bonkör. 25. maddeye göre '– Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.' 26. maddeye göreyse '– Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir' üstelik 28. maddeye göre 'Basın hürdür, sansür edilemez.'

Dünyada en çok gazetecinin hapiste olduğu ülke olma başarısının yanı sıra, basın özgürlüğü bakımından dünyada 179 ülke arasında 154. sırada olmak da bu özgürlüklerin ne seviyede olduğunu gösteriyor. 

İyi bir öneriydi bir türlü hayatta göremedik.

10. Toplantı ve Gösteri Hakkı

10. Toplantı ve Gösteri Hakkı

Anayasa'nın 34. maddesine göre 'Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.' 

Ve elbette memleketimizde böyle bir hak bulunmamaktadır. 

Her ne kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yerleşik içtihatları karşısında Türkiye'de toplantı ve gösteri hakkını kullananlara yönelik orantısız şiddet defalarca cezalandırılmış olsa da haşmetli devletimiz bu hakkı biz fani kullarına tanıyarak nümayiş yaratmamıza müsaade etmemektedir. Anayasa 'izin almadan' diye özellikle belirtmiş olsa da 'izinsiz yürüyüş' denilmek suretiyle her türlü toplantı ve gösteri bastırılmakta, maşallah ülkemizin sükuneti de bozulmamaktadır.

Yorumlar ve Emojiler Aşağıda
BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
1
0
0
0
0
0
0