Görüş Bildir

Numan Kurtulmuş Haberleri

Numan Kurtulmuş ile ilgili tüm haberler, içerikler, galeriler, testler ve videolar Onedio’da. Numan Kurtulmuş ile ilgili son dakika haberleri ve gelişmelerini, yeni içerikleri de bu sayfa üzerinden takip edebilirsiniz.

Popüler İçerikler

Bedelli Askerlik Bekleyenlere Müjde
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, bir defaya mahsus bedelli askerliğin düşünülebileceğini belirtti.Kurtulmuş; Aslolan Türkiye’de askerlik sisteminin değişmesidir, piyadeye dayalı ordular değil, gerçekten yüksek teknolojilerini kullanabilen, orduların daha önemli olduğunu görüyoruz.Ama bu konuda karar verecek olan TSK. Milli Savunma Bakanlığımızda bildiğim kadarıyla bu konuyla ilgili bir takım çalışmalar var” dedi.Kurtulmuş, MÜSİAD’da düzenlenen “Milli İrade-Küresel Sermaye” konulu toplantının ardından soruları yanıtladı. Bedelli askerlik beklentileriyle ilgili sorular üzerine Kurtulmuş, “Bedelli askerlik meselesinin sözcüsü gibi oldum Türkiye’de. Aslolan Türkiye’de askerlik sisteminin değişmesidir. Artık piyadeye dayalı ordular değil, gerçekten yüksek teknolojilerini kullanabilen, savunma kabiliyeti güçlü uzman orduların daha önemli olduğunu görüyoruz.
Bedelli Bekleyenlere Kötü Haber!
30 Mart Yerel seçimleri öncesi AK Parti ilçe seçim bürolarının açılışını yapmak üzere bu sabah karayolu ile Sivas'ın Şarkışla ilçesine gelen Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, ilk olarak ilçe girişinde bulunan özel bir firmaya ait plastik ve ambalaj fabrikasını ziyaret ederek işçilerle bir süre sohbet etti. Bakan Yılmaz'ı burada Vali Vekili Ömer Kalaylı, Özel İdare Genel Sekreteri Salih Ayhan, İlçe Kaymakamı Davut Gül ile partililer karşıladı. NUMAN BEY BİR TALEBİ AKTARIYOR Burada gazetecilerin sorularını yanıtlayan Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, tekrar gündeme gelen bedelli askerlik ile ilgili soru üzerine, 'Dün akşam Ömer Dinçer beyin oğlunun nikah törenindeydik. Nikah töreni sırasında Numan Kurtulmuş beyle görüştük. Numan bey 'Böyle bir talep var, bu talebin de muhakkak değerlendirmesi gerekir' şeklinde bir görüşünü bize iletti. Biz daha önceki söylediğimiz noktadayız. Bunun dışında ilave bir şey söyleyecek durumda değilim. Ancak Numan bey iyi bir siyasetçi. Toplumda olan talebi siyasete aktarıyor. Siyasette bu talep ne kadar zemine oturuyor, ne kadar bir karşılığı var, bunu ayriyeten bir değerlendirilmesi gerekir. Ama şu anda bakanlığımızda yapılmakta olan bir bedeli çalışması yoktur' dedi. ÖZERKLİK İSTEĞİ YOK BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın 30 Mart yerel seçimlerinden sonra özerklik ilan edecekleri ile ilgili açıklamalarının hatırlatılması üzerine Bakan Yılmaz, öyle bir şey söylenmediğini belirterek şöyle dedi: 'Ben de kendisinin böyle bir şey söylemediğini ancak hükümetin yerel yönetimleri güçlendirmek istediğini, dolayısıyla 30 Mart'tan sonra yerel seçimlere güçlü bir şekilde gelir ise kendilerinin kazanmış olduğu yerlerde güçlü bir yerel yönetimi göstereceklerini ifade ettiler. Bunun özerklik olarak algılanmaması gerektiğini bizzat kendisi söyledi. Tek devlet içerisinde, üniter devlet içerisinde ama 76 milyonun birinci sınıf vatandaş olarak, hiç kimseyi dışlamadan kendimiz için ne istiyorsak onlar içinde odur. 'Eğitim ile ilgili konular yerel yönetimler tarafından da verilebilir mi bunun örneğini biz belediyeler vasıtası ile verebiliriz' şeklinde bir açıklaması oldu. Ben bizzat dinledim. Bunu bir özerklik içerisinde algılamamak gerekir. Dolayısıyla ve etkin yerinden yönetimi güçlendirmek bu güçlendirmede de eğitimi belediyeler tarafından verilebileceği şeklinde bir yaklaşımı ifade ediyor. Dolayısıyla üniter devlet içerisinde çözülemeyecek hiç bir problem yoktur. Demokratik devlet içerisinde de çözülemeyecek hiç bir problem yoktur.' TELEFON DİNLEMELERİ Son dönemde internette dolaşan ses kayıtları ile ilgili de konuşan Bakan Yılmaz, şöyle dedi: 'Şimdi sahte para vardır. Biliyorsunuz, sahte paranın bir fonksiyon görmesi istenir. Nedir o fonksiyon gerçek para gibi algılanması istenir. Ve bu sahte parayı da herkes ayırt edemez onun için de piyasada dolaşır. Şimdi bunlar da bilhassa insanların inanması için kurgulanmış ve üretilmiştir. Dolayısıyla biz ne dersek diyelim insanlar inanmak istediği gibi inanır. Biz hükümetimizi biliyoruz. Milli gelirimizi üç kat artırdık. Kişisel gelirleri üç kat artırdık. 80 yılda yapılamayan hizmetler bu hükümet döneminde geldi. Bu iktidar birilerini rahatsız ediyor. Bu coğrafya Türkiye'nin görüşü alınmadan bir başka şey yapılamaz gerçeği rahatsiz ediyor. Yabancı basında 'Arap baharından en karlı çıkan ülke Türkiye'dir' diye çıkan bir başlık vardı. Bu Arap baharından Türkiye'nin kazançlı çıkması istenmedi. Bu coğrafyada Türkiye'nin daha etkin söz söylemesi istenmedi. Bunun da bir lideri var. Kervan yürür ama önde gideni vardır. İşte bu önde gidenini tasfiye etmeye yönelik ve milleti de bu yönde inandırmaya yönelik kasetlerdir. Ben aziz milletimin geçmiş iktidarların seksen yılda yapılamayanı yapan bu iktidarın liderine sahip çıkacağını düşünüyorum. Çünkü Allah için gecesi gündüzü yok. Allah herkesin emeğine göre verir. İnşallah millet 30 Mart'ta da başbakanımızı desteklediklerine inanacaklardır. Dolayısıyla sahte paraya kanmasınlar diyorum.' 17 Aralık operasyonu kapsamında tutuklu bulunanların tahliyeleri ile ilgili sorulan soruyu ise Bakan Yılmaz şöyle cevaplandırdı: 'Tutuklayan adli sistem bir hakim. Bırakan adli sistem bir başka hakim. Tutuklarken ne dediysek, tahliye olurken de aynısını söylüyoruz. Dosyaya baktı. gazetevatan.com
''Bedelli Askerlik Son Kez Çıkabilir''
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Habertürk TV'de Balçiçek İlter'in sorularını yanıtladı. Numan Kurtulmuş, bedelli askerlik beklentilerine, 'Son kez belki çıkabilir' şeklinde yanıt verdi. Kurtulmuş, internette yayınlanan Başbakan Erdoğan'ın Adalet Bakanı ile konuşmasını 'Evet bu ses kaydı benim' demesini, 'Türkiye'de siyasetin bu tür kayıtlar üzerinden sürdürülmesi son derece çirkindir, ahlaksızcadır, yasadışıdır. Hem siyaset tarzı bakımından hem de yasallık bakımından doğru değildir. Başbakan'ın konuşmalarının dinlendiği ortada demekki başka şeyleri de dinliyorlar. Dolayısıyla burada devletin de güvenliğini ilgilendiren bir durum söz konusu' şeklinde değerlendirdi. Kurtulmuş sözlerine şöyle devam etti; Bu konuşmaların, kayıtların başka ülkelere de gönderilmediğini nereden bileceğiz? Yurt dışındaki merkezlere bu konuşmalardaki bilgilerin gitmediğini nereden bileceğiz? Dolayısıyla her tarafından baktığımızda bu ses kayıtları konusu son derece sakıncalıdır.Elde edilen bant kayıtlarında bir takım bilgiler var. Önce elde ediliş tarzında bir yanlışlık var. Bir korku imparatorluğu oluşturulmaya çalışılıyor. Gerçekten devletin yükümlü olduğu işleri yürütmekle yükümlü olan insanların dinlenmiş olması, devlet erkanının kendi aralarında olan görüşmelerinin dinlenmiş olması bu daha büyük bir felakettir.'BAŞBAKAN'IN YAPTIĞI MÜDAHALEDEN ZİYADE BİR İLGİLENME OLARAK GÖRÜLMELİ' Sayın Başbakanımızın tarzı, her şeyle tüm detaylarıyla ayrıntılı bir şekilde ilgileniyor. Burada bir müdahaleden ziyade bir ilgilenme olarak görmek daha doğru olur diye düşünüyorum. Tabi bu konuşmanın öncesinde sonrasına neler konuşuldu onu bilemiyorum. Ama olan bitenle ayrıntılı bir şekilde ilgilendiği için 'Ne var bunda' diyor.BEDELLİ ASKERLİK KONUSU Türkiye'de askerlik sisteminin değişmesi, bu çerçevede de son kez belki birikmiş olan arkadaşlarımız için bedelli askerlik olabilir dedim. ABD bile bu kadar sayıda asker tutmayacağım diyor. Askerlik süresi dikkat ederseniz giderek kısaldı. Çok sayıda bedelli askerlik bekleyen insan var. Ama şu anda bildiğim kadarıyla Milli Savunma Bakanlığı'nın bu konuyla ilgili bugünden yarına nihayetlendirilecek bir çalışması yok. Sonuçta siyaset kamuoyundaki bu tepkileri ve beklentiyi alıp değerlendirmek zorunda.Habertürk
Tape Fırtınası Dindi mi?
Pek çoğu 17 Aralık operasyonu sonrasında açılan ve Türkiye'nin gündemini sarsan tapeleri yayınlayan Twitter hesapları, seçim sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte büyük bir sessizliğe büründü. Türkiye 17 Aralık operasyonunun ardından hükümet ve Gülen cemaati arasında büyük bir mücadelenin gün yüzüne çıkışını izledi. Dershane tartışmalarıyla başlayan bu gerilim, 17 Aralık sabahı başlatılan operasyonla tırmanışa geçti. AK Parti, 3 ayrı dosyanın birleştirilmesi nedeniyle ‘büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu’ olarak adlandırılan bu soruşturmanın ‘hükümete yönelik bir darbe’ olduğunu iddia etti. Operasyonun hemen ardından soruşturma ile ilgili yayın yasağı geldi. Ve yeraltında yürütülen ‘tape savaşı’ da bundan sonra başladı. Türkiye bu süreçte başrollerini cemaat taraftarı ‘Başçalan’ ‘Haramzadeler’ ve cemaat karşıtı ‘Mehmet Özçelik’ hesaplarının oynadığı ve youtube üzerinden yürütülen bir propaganda fırtınasına şahit oldu. Tapeler havada uçuştu. Bunları ‘montaj-dublaj-şantaj’ açıklamaları izledi. Yapılan her açıklamaya yeni bir tape ile karşılık verildi. İş öyle bir boyuta geldi ki, bu süreci yakından takip edenlerin sabah ilk işi, sosyal medyada yeni bir tape yayınlanıp yayınlanmadığına bakmak oldu. 19 Aralık’ta ‘Numan Kurtulmuş kaseti” diye ortaya atılan ve uygunsuz bir siteden alındığı kısa zamanda ortaya çıkan sahte görüntülerle başlayan savaş, 25 Mart’taki büyük turp badiresinin ardından, 27 Mart’ta Dışişleri’ne ait iki ses kaydının yayınlanmasına kadar sürdü. Youtube’un kapatılmasına neden olan o kayıtlar –en azından şimdilik- tape savaşlarının da sonu oldu. TAPE HESAPLARI SUSKUN30 Mart yerel seçimleri, beklendiği gibi bu fırtınanın da sonu oldu. Ak Parti’nin güvenoyu yoklaması olarak gördüğü seçimlerden yüzde 45 oy alarak çıkması, hükümet karşıtı bu tape hesaplarının da büyük bir sessizliğe gömülmesine neden oldu. Twitter’daki Başbakan Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen tapeleri yayınlayan ‘Başçalan’ hesabı, son olarak 29 Mart gecesi saat 22:09’da bir tweet atarak eski tapelerden birinin linkini paylaştı. Oy kullanma saatinin başlangıcından 10 saat önce atılan bu tweet, twitter’da bir ay boyunca fırtına estiren hesabın –şimdilik- son sözleri oldu. Yine Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen ve Erdoğan’ın işadamlarıyla arasında geçen tapeleri yayınlayan ‘Haramzadeler’ hesabı da aynı gece son tweetini atarak büyük bir sessizliğe gömüldü. Ta ki dün geceye kadar. Dün gece yeniden mesaj yazan hesap “İşine gelen kararlar için yargıyı kahraman, gelmediğinde hain ilan eden RTE ve partisi soruşturmaların önünü derhal açmalıdır” diyerek sanal dünyaya dönüş yaptı. Haramzadeler’in bu mesajı, seçimden önceki ‘hükümeti yıkma’ vaatlerini yerine getiremediği için takipçilerinden büyük tepki aldı. Her iki hesap da 29 Mart’tan sonra başka tape yayınlamadı. İŞTE TAPE HESAPLARI VE PERFORMANSLARI:- ParisteUc FidanCinayeti adlı hesaptan, Paris’te öldürülen 3 PKK ’lı kadının katil zanlısı Ömer Güney’in MİT ile yaptığı iddia edilen bir konuşmanın ses kaydı yayınlandı. Bu hesap, 12 Ocak’taki bu iki videodan başka video yüklemedi ve kendini askıya aldı. - Başçalan hesabı bu süreçte 54.192 abonesi olan youtube hesabından 42 video paylaştı. Bu videolar toplam 14.397.609 kez izlendi. - Haramzadeler333 ise silinenler dışında youtube’a 22 video yükledi. Bu hesabın videoları ise toplamda 4.443.069 defa izlendi. -  Mehmet Özçelik hesabı Fethullah Gülen’e ve cemaate bağlı şirketlerin yöneticilerine ait olduğunu iddia ettiği videolar yayınladı. Youtube’da aynı içeriği yayınlayan iki tane Mehmet Özçelik hesabı var. Bu hesaplardan 30 Ocak’’tan başlayarak Gülen’e ait olduğu iddia edilen ve en sonuncusu 26 Mart’ta piyasaya sürülen 17 tape yayınladı. Bu videolar toplamda 1.5 milyon kez izlendi. - Seçim güdümü: Tape savaşına katılan son hesap oldu. Sadece iki tape yayınladı. ‘Dışişleri’nde yapılan gizli Suriye toplantısı’nın iki parçası olan bu tapeler, twitter’da cemaat hesapları tarafından yayıldı. Hükümet yetkilileri tapelerin casusluk faaliyeti olduğunu açıkladı. Ardından youtube kapatıldı. Bu hesabın videolarına Türkiye’de erişim de sağlanamıyor. - İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Hasan Basri Özbey, Aydınlık’ta Abdullah Öcalan'ın 1999 yılındaki sorgu görüntülerini yayınladı. Öcalan, sorgusunda ''Ben de PKK ile savaştım. Devletten daha fazla savaştım'' diyor. Kaset BDP ve PKK tarafından, montajlandığı iddiasıyla eleştirildi. FUAT AVNİ: ERDOĞAN REJİMİ'Nİ YIKMA SAVAŞINDA 22 AYLIK BİR SÜRECE GİRİYORUZ Bu dönemin en gizemli ve gerçek kimliği en çok merak edilen hesabı olan Fuat Avni ise mesajlarını hız kesmeden vermeye devam etti. Tapelerle ilgili ilk ipuçlarını yayınlanmadan kısa süre önce veren ancak tape yayınlamayan Fuat Avni, seçim gecesi sonuçlar netleşmeye başladıktan sonra “Erdoğan Rejimi'ni yıkma savaşı daha yeni başlamıştır. Ümidini kaybeden yolda kalır. 22 aylık bir sürece giriyoruz” mesajı atarak yazamaya devam edeceğinin sinyallerini verdi. Ancak hükümetin seçimlerde büyük darbe alacağına dair takipçilerine büyük umutlar veren Fuat Avni, seçim sonuçlarının gelmeye başlamasıyla takipçileri arasında alay konusu oldu ve pek çok kullanıcı Fuat Avni’ye tepki gösterdi. Bu arada Fuat Avni’nin kimliğiyle ilgili spekülasyonlar da yapıldı. Kerim Gün, Faruk Arslan, Emre Uslu, Ekrem Dumanlı ve Ali Fuat Yılmazer, bazı haber siteleri tarafından Fuat Avni olabilecek isimler arasında sayıldı. CHP ’li Umut Oran ise Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a ‘Fuat Avni siz misiniz?’ diye sordu. Arınç’ın bu soruya yanıtı ise ‘nasıl cevap vereceğimizi bekleyip görsün’ oldu. ADIM ADIM TAPE SAVAŞLARINA GİDEN YOLHükümet ve cemaatin açıklamalarından anladığımız kadarıyla her şey 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın KCK soruşturması kapsamında şüpheli olarak ifadeye çağırılmasıyla başladı. Daha sonra yaşananlar ise adım adım şöyle: Başbakan Erdoğan 5 Kasım günü yaptığı grup toplantısında ‘kızlı-erkekli evler ve yurtlar’ın kapatılacağını açıkladı. Bu haberi ilk olarak Zaman gazetesi AK Parti’nin Kızılcahamam kampına dayandırarak vermiş ve açıklamayı ‘cemaat evlerine bir tehdit olarak’ yansıtmıştı. 14 Kasım’da Zaman gazetesi ‘Eğitime Büyük Darbe’ başlıklı bir haber yayımlayarak hükümetin dershaneleri kapatmak için çalışma yürüttüğünü iddia etti. Bu tarihten sonra cemaat üyeleri twitter’da dershanelerin kapatılmaması için büyük kampanyalar başlattı. TT çalışması olarak yürüyen kampanyalar, zamanla hükümet karşıtı söylemlere dönüştü. Sontv sitesinin editörü Ömer Adıyaman, 20 Kasım’da bir tweet atarak “Mehmet Baransu ve Emre Uslu 'Tape'leri yayınlayacağı siteyi 1 Aralık'taaçacak. O sitelere AK Parti içinden destek veren isimler de var” dedi. ‘Tape’ kelimesi yavaş yavaş sürece dahil olmaya başladı. Aydınlık gazetesi, 25 Kasım tarihli “Tayyip Erdoğan'ın kayıtları yayına hazırlanıyor” haberinde cemaatle hükümet arasında başlayan gerilimin kasetler üzerinden yürütüleceğini iddia etti. Emin Çölaşan, Sözcü’deki 27 Kasım tarihli köşe yazısında, “Türkiye’de çok önemli birinin en yakını’ dediği kişinin “yatak sahneleri”ni içeren bir videoyu izlediğini iddia etti. 28 kasım Taraf gazetesi, dershanelerin kapatılacağı haberiyle başlayan tartışmaları 'Fethullah Gülen grubunun faaliyetlerine karşı alınması gereken tedbirler' başlığıyla 2004'teki MGK'da alınan kararı yayımlayarak sürdürdü. Abdülkadir selvi 6 Aralık’taki “Sırada ne var?” ve 9 Aralık’taki “Hocam Türkiye'ye dön artık” yazılarında Türkiye’de başlayacak bir kaset savaşına dikkat çekti.7 Aralık. Fethullah Gülen, yayınlanan bir sohbet videosunda Türkiye’de bir siyasetçinin uygunsuz bir ilişkiye gireceğini haber aldığını ve onu engellemek için çok çaba sarf ettiğini açıkladı.19 Aralık’ta ‘Numan Kurtulmuş kaseti” diye ortaya atılan ve uygunsuz bir siteden alındığı kısa zamanda ortaya çıkan görüntüler twitter’da paylaşıldı. 12 Ocak’ta ParisteUc FidanCinayeti adlı hesaptan, Paris’te öldürülen 3 PKK’lı kadının katil zanlısı Ömer Güney’in MİT ile yaptığı iddia edilen bir konuşmanın ses kaydı yayınlandı. Twitter'dakihükümet yanlısı hesaplar, 17 Ocak'ta Türkiye gündeminin değiştirecek tapeler yayınlayacaklarını açıkladılar. Ancak 17 Ocak'ta beklenen olmadı ve bazıları kapanan bu hesaplar 'hesaplaşmayı2 başka bir tarihe erteledi. Twitter'ın gizemli hafiyeleri 19 Ocak'ta Adana'da savcı, MİT’e ait TIR'ları durdurarak arama yaptı. 30 Ocak’ta Mehmet Özçelik hesabı, Gülen’e ait olduğunu iddia ettiği 5 ses kaydını yayınladı. 24 Şubat 2014 tarihinde Başbakan Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan arasında geçtiği iddia edilen ses kaydı yayınlandı. Mehmet Baransu twitter’dan “Bu daha Turpun büyügü degil. Benden AKPye, hükümete tavsiye. Grup konuşmasını ona göre hazırlasınlar. Sonra insan icine cikamayabilirler” dedi. Bundan sonra turp tartışması başladı. Mart ayı resmen ‘tape ayı’ oldu. Başçalan, Haramzadeler, Mehmet Özçelik gibi hesaplar ardı ardına tapeler yayınladı. 25 Mart’ta bu turpun büyüğü beklendi. O gün Burak Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen bir tape yayınlandı. Tape, ‘büyük turp’ bekleyenler için hayal kırıklığı oldu. Cemaat üyeleri de ‘yayınlanması ahlak dışı’ dedikleri tape için yayınlayan Başçalan hesabını suçladı. Tape birkaç kez silindikten sonra youtube’a geri yüklendi. 27 Mart’ta Dışişleri’ne ait iki ses kaydı yayınlandı. Seçimlerden önceki son ve en büyük tartışmayı başlatan videolar, yeni açılan ‘seçim güdümü’ hesabından yayınlandı. Tapeler hükümet tarafından ‘casusluk faaliyeti’ olarak ilan edildi. Önce yayın yasağı geldi. Ardından da youtube’a erişim engellendi. CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNE KADAR... 17 Aralık’ta başlayan ve seçimlere kadar devam eden ‘tape’ süreci –şimdilik- sona ermiş oldu. Ortak kanı, tapeleri yayınların ellerinde başka kayıtlar da olduğu ve günün birinde ortaya çıkarılacağı yönünde. Hükümet yanlısı kanada göre ise, hükümeti devirme amaçlı bu tapelerin kamuoyunda yarattığı algı, Ak Parti’nin seçimlerden güçlenerek çıkmasını sağladı. Bu nedenle de yeni bir tape fırtınası artı çok zor. Hükümet ise, bu sürecin bir adli bir sonucu olacağı konusunda ısrarlı. Özellikle başbakan Yardımcısı Emrullah İşler’in dün yaptığı ‘cezasız kalmayacak’ açıklaması, operasyon beklentisini güçlendirdi. Sonuçta gerek cemaat gerek hükümet gerekse de ‘bir tape olsa da dinlesek’ diyen kesimde oluşan ortak kanı, Ağustos ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar Türkiye’yi sancılı bir sürecin beklediği yönünde. Kaynak: Tevfik Şahin/Radikal
'Pulitzer Alan Gazeteler Türkiye'de Olsa Yargılanırdı'
İnsan Hakları İzleme Örgütü Başkanı Kenneth Roth, 'PKK'nın siyasi görüşleri hakkında sempati ifade etmek suç olmamalı. Şiddete bulaşmakla sempati ya da görüş ifade etmek arasında önemli bir fark var' dedi İnsan Hakları İzleme Örgütü Başkanı (Human Rights Watch) Kenneth Roth, Meclis'ten geçen MİT yasasına ilişkin, 'Gizli bir belgeyi sızdıran devlet yetkilisinin yanı sıra onu haberleştiren gazetecinin de yargılanmasına imkân sağlıyor. Bir benzetme yapacak olursak; sadece Snowden’ın değil Guardian ve Washington Post’un da dava edilmesini sağlayacak bir düzenleme bu. Pulitzer Ödülü alanlar Türkiye’deki bu yasa gereği yargılanırdı' dedi. 'PKK’nın siyasi görüşleri hakkında sempati ifade etmek suç olmamalı. Şiddete bulaşmakla sempati ya da görüş ifade etmek arasında önemli bir fark var' diyen Roth, 'Eğer barışçıl gösterilere katıldılarsa ya da PKK sempatizanı yazılar kaleme aldılarsa bu yargılama için gerekçe olamaz' ifadesini kullandı. Hürriyet'ten Cansu Çamlıbel'e söyleşi veren Keneth Roth'un açıklamalarından satırbaşları şöyle: 'Kesab'a saldıranlar Türkiye topraklarından geldiler' Türkiye–Suriye sınırındaki Ermenilerin yaşadığı Kesab kasabasına yapılan saldırı konusunda bir ekibinizin detaylı çalışma yaptığını biliyoruz. Bulgular ne yönde? Henüz çalışmalarımızın sonucunu yayınlamış değiliz. Ancak Türkiye topraklarından başlatılan bir saldırı olduğu çok açık. Ancak henüz operasyonun tam olarak nasıl yapıldığını söyleyecek durumda değiliz. O halde Türkiye topraklarından geldiğini nasıl bu kadar net söyleyebiliyorsunuz? Oraya nasıl gelebildiklerinin başka bir izahı olur mu bilmiyorum. Önemli çapta bir askeri operasyondu. Bunu yapanların Türkiye’den başka bir yerden gelmiş olmasını hayal etmek zor. Ama burada asıl mesele nereden geldiklerinden çok bu tür operasyonları yaparken bölgedeki insanların temel haklarını gözetip gözetmedikleri. İnsan haklarını ayaklar altına alanın Esad olduğunu biliyoruz. Ama biz HRW olarak silahlı muhalefet içinde de insan hakları ihlali yapanlar olduğunu raporladık. Rejiminki gibi sistematik ihlaller olduğunu söylemiyoruz ama muhaliflerin de bazı katliamlara imza attığını belgelerle ortaya koyduk. Dolayısıyla muhaliflere yardım edenlerin bu tür ağır insan hakları ihlalleri yapanlara yardım edip etmediklerine dikkat etmesi önemli. Bu tür bir vahşete dış destek sağlamamak için katı önlemler alınmalı. 'Bu iddialara prim vermem' Seymour Hersh geçenlerde kaleme aldığı bir makalede Guta’daki kimyasal saldırının Türk istihbaratı tarafından planlandığına, sarinin Türkiye’den geçirildiğine ilişkin bazı iddialar ortaya attı. Sahada ekipleriniz var. Bu tür iddialara prim verir misiniz? Hiç prim vermem, sıfır ihtimal. HRW olarak Guta saldırısını çok detaylı inceledik. Bütün bulgular saldırının sorumlusu olarak Suriye ordusunu işaret ediyor. Kullanılan oldukça iddialı füzelerin Türkiye sınırından Şam’ın banliyölerine kadar kimse görmeden geçirilmiş olduğu iddiası inandırıcılıktan uzak. Füzelerin askeri olarak Esad tarafından kontrol edilen bölgeden ateşlendiği ortada. Ayrıca muhaliflerin o kadar büyük miktarda sarin üretecek kapasitesinin olmadığını da biliyoruz. Kullanılan sarinde rejimin de inkâr etmediği türden kimyasal bir imza vardı. Hersh kaynaklarının ismini de vermiyor, hiç güvenilir iddialar değil. Suriye’ye insani yardım götüren bazı Türk TIR’larının içinde silah olduğu yönündeki iddialar konusunda ne düşünüyorsunuz? Bilemiyorum. Ama bizim için şu anda yardımlar konusundaki en önemli nokta Birleşmiş Milletler’in 22 Şubat kararının uygulanması. BM artık sınır ötesi yardım konusunda adım atmak zorunda. Güvenlik Konseyi bunun için yetki verdi, artık eylem zamanı. Ya Esad Şam’dan bugüne kadar Şam üzerinden ülkeye giren yardımı keserse diye bir kaygı var. Ama Esad’ın blöfünü görmek lazım. Bugüne onun tehditlerine rağmen pek çok STK Türkiye sınırından yardım geçirmeyi başardı. BM’nin de bu yönteme geçmesi gerekiyor. İnsani yardım konvoylarına saldırmak Esad açısından çok büyük bir provokasyon olacaktır. Bunu yapacağına dair bir emare yok. En olumsuz senaryoların milyonlarca insanı mahrumiyetten kurtarabilecek adımlara engel olmasına izin vermemeliyiz. Don Kişot gibi hissetmiyorum İnsan hakları aslında dünyada pek çok hükümetin en favori konusu değil. Ülke ülke gezip hükümetlere bu alandaki ihlaller için uyarılar yaparken kendinizi biraz Don Kişot gibi hissettiğiniz oluyor mu? Samimiyetle söylüyorum ki öyle hissetmiyorum. Sürekli olarak pek çok şeye etki ediyoruz. Mesela Suriye’ye insani yardım için BM’den çıkan 22 Şubat kararında bizim de aralarında bulunduğumuz STK’ların emeği büyük. Etki edebiliyoruz, çünkü güvenilir bilgi güçlüdür. Eğer fark yaratabiliyor olmasaydık bu işi yapmazdık. Fark yaratamasaydık, bu işi yapmak zulümleri kataloglamaktan öteye geçmezdi. Ama biz devamlı fark yaratabildiğimizi görüyoruz. Yanlış yönde ilerliyorsunuz Türkiye’yi 2014 yılı itibarıyla dünya insan hakları haritasının neresine koyarsınız? Biliyorsunuz biz endeksler ya da karşılaştırmalı analizler yapmıyoruz. Ben Türkiye’ye kendi içindeki gelişimi açısından bakıyorum. Geçen 10 küsur sene içinde Türkiye olumlu bir yörüngede ilerliyordu ancak son dönemde yörüngeden çıktı. O eski en karanlık günlere döndüğünüzü söylemiyorum ama şu anda yanlış yönde ilerliyor. Seçim zaferi hak ve hukuku kurban etme lisansı vermez 'Son dönem otokratik geçiyor' Türkiye ziyaretinizin sebebi nedir? Bu önemli dönemde Türkiye’ye geldim, çünkü ülkenizin son 10 yılda insan hakları alanında kat ettiği gelişmeleri geri götürme riski taşıyan eğilimleri konuşup tartışmak gerektiğini düşünüyorum. Cumhurbaşkanı Gül ve Sayın Numan Kurtulmuş ile yaptığım görüşmelerin ana teması buydu. Bugün Türkiye pek çok alanda 10 sene öncesinden çok daha iyi bir noktada. Gerçek anlamda bir değişim süreci yaşadınız. Ancak Gezi protestoları ve son sızan tapeler karşısında izlenen tutum nedeniyle son dönem daha ziyade otokratik bir dönem olarak geçti Türkiye’de. Bu durumu konuşma gereği hissettim. Türk hükümeti sizin önerilerinizi ve uyarılarınızı dikkate alıyor mu genelde? Genele dair konuşmak yerine bu ziyaret sırasında ne olduğunu anlatayım. Cumhurbaşkanı Gül çok yapıcı yaklaştı. Biz elbette onun icranın başı olmadığının farkındalığı içinde gittik görüşmeye. Ancak ülkenin uzun vadeli perspektifini kendisiyle konuşmak önemli. Seçimlerde elde edilen oy üstünlüğünü demokrasiyle eşit görmemenin önemini vurguladık. Seçimler elbette demokrasinin gereğidir ama hukukun üstünlüğü ve haklara saygı da demokrasinin gereğidir. Hükümetin son aylarda seçim başarısı sanki haklara tam saygı göstermemenin bahanesi olabilirmiş gibi bir retorik kullanmasından endişe duyuyoruz. Bazen siyasi zaferin sıcağında bu hassasiyetler kaybolabiliyor. Siyasi zafer hükümetlere icra yetkisi verir, hukukun üstünlüğünü ya da temel hakları kurban etme lisansı değil. Cumhurbaşkanı Gül’le ele aldığımız bir diğer konu da yargının siyasallaşmasıydı. HSYK Yasası’nda yapılmak istenen düzenlemeyle kurulu adalet bakanına bağlama çabası olduğunu izliyoruz. Yargı bağımsızlığı ‘şu adamların karşısına bu adamları koymalıyız’ gibi bir yaklaşımla sağlanamaz. 'Gülencilerin yerine sadık AKP'liler yerleştirilince Yargı bağımsız olmuyor' Bu sorunu Numan Kurtulmuş görüşmesinde de gündeme getirdiğinizi tahmin ediyorum. Kendisinin yanıtı ‘Ama biz yargıyı paralel devletten temizlemeye çalışıyoruz’ şeklinde mi oldu? Biz Gülen meselesinin farkındayız. Ama ben meselenin Gülencilerin yerine sadık AKP’liler yerleştirmek olmaması gerektiğini söylediğimde Sayın Kurtulmuş itiraz etmedi. Söylediklerime karşı çıkmamış olmasını önemsiyorum. Ama kendisine de söyledim; bu meseleleri AKP sonsuza kadar iktidarda kalacakmış gibi ele alamazsınız. ‘Şimdi bize daha çok yetki verin sonra biz bu sorunları halledeceğiz’ diyerek anayasal bir sistem yeniden yapılandırılmaz. Hiçbir hükümet sonsuza kadar hükümet kalmayacak. Hepsi bir noktada muhalefete düşecek. O yüzden bugün bazı olağandışı adımları atarken kendilerine şunu sormaları lazım; şu anda muhalefette olanlar iktidarda olsa bunları yapmasını ister miydik? ‘Gülencilerin yerine AKP’lileri yerleştirerek bu iş olmaz’ dediğinize göre yargıdaki Cemaat etkisini kabul ettiğiniz anlamı da çıkmıyor mu buradan? Bunu ben bilemem. Gülenciler cüzdanlarında üyelik kartıyla mı dolaşıyor ki? Ama hükümetinizin bu tür bir suçlaması var. HSYK’da yapılmak istenen değişikliğin motivasyonu gerçekten de hükümetin savunduğu gibi belki bu. Ancak öyleyse bile o pozisyonlara birilerinin sadece sadık AKP’li oldukları için yerleştirilmemesi çok önemli. 'ABD'de Pulitzer alan gazeteler Türkiye'de olsa yargılanırdı' Meclis’ten siz buradayken geçen MİT Yasası’nın en sorunlu tarafı nedir sizce? Yasanın temel motivasyonunun istihbarat teşkilatı mensuplarının yargılanma riski olmadan bazı görüşmeler için görevlendirilmesi olduğunu anlıyorum. Bu makul bir arayış ve kimse de sorgulamaz zaten. Fakat MİT Yasası endişe verici bir biçimde bunun çok ötesine geçmiş durumda. Özelikle de basın özgürlüğü açısından çok kısıtlayıcı bir yaklaşımla hazırlanmış. Gizli bir belgeyi sızdıran devlet yetkilisinin yanı sıra onu haberleştiren gazetecinin de yargılanmasına imkân sağlıyor. Bir benzetme yapacak olursak; sadece Snowden’ın değil Guardian ve Washington Post’un da dava edilmesini sağlayacak bir düzenleme bu. Oysa bahsettiğiniz gazeteler o sızdırılan belgeler üzerinden yaptıkları haberlerle Pulitzer aldı. Evet aynen öyle. Pulitzer Ödülü alanlar Türkiye’deki bu yasa gereği yargılanırdı. Bu çok anlamsız. Bu yasa medyanın hükümetin üzerindeki kontrol fonksiyonunu tamamen zayıflatıyor. Hükümetler hoşlansın ya da hoşlanmasın gazetecilere her zaman bilgi sızdırılır. Bu bilgiler üzerine kurulan haberler hükümetlerin hesap verme yükümlülüğünün işlemesi için büyük öneme sahiptir. Eğer siz haber sürecine cezai yaptırım getirirseniz hükümetin hesap verme sorumluluğunu önlemiş olursunuz ki bu çok tehlikeli bir durumdur. Numan Kurtulmuş bana böyle bir niyetleri olmadığını, bu yasaya Oslo görüşmeleri üzerinden yaşanan tartışmanın neden olduğunu söyledi. Ama yasanın kendisinin bahsettiği koşulların çok ötesinde saiklerle hazırlandığı ortada. 'PKK'ya sempati ifade etmek suç olamaz' Türkiye’de pek çok gazetecinin yargılanmasına neden olan bir diğer yasa da Terörle Mücadele Yasası. Onu da gündeme getirdiniz mi görüşmelerde? Evet. Eğer barışçıl gösterilere katıldılarsa ya da PKK sempatizanı yazılar kaleme aldılarsa bu yargılama için gerekçe olamaz. PKK’nın siyasi görüşleri hakkında sempati ifade etmek suç olmamalı. Şiddete bulaşmakla sempati ya da görüş ifade etmek arasında önemli bir fark var. Türkiye’de Terörle Mücadele Yasası üzerinden bu ayrımın flulaştırıldığını görüyoruz. Yasanın terör tanımını bu kadar geniş tutması çok sorunlu. Hükümet bir yandan Öcalan ile görüşme sürecini yönetirken öte yandan PKK sempatizanı olduğu gerekçesiyle gazeteci ya da siyasetçileri yargılayarak dünyaya ne tür bir mesaj vermiş oluyor? Numan Kurtulmuş bu konuda şunu söyledi; ‘Bir barış sürecinin ortasındayız, tamamladığımızda bütün bu sorunlar da çözülmüş olacak’. Bu yeterince iyi bir yanıt değil. Barış görüşmeleri belki başarılı olur belki de olmaz. Ama Terörle Mücadele Yasası’nı bu kadar bir tanım üzerinden uygulamak barış sürecini zorlaştıran bir atmosfer yaratıyor. Eğer hükümet gerçekten sürecin başarısını istiyorsa, meşru siyasi görüşlerini ifade eden insanları serbest bırakmalı. 'Hükümetin kendi hesap verme yükümlülüğünü zayıflatma çabası var' Türkiye’de yönetimin otoriterleştiği konusunda Batı’da çok yazılıp çiziliyor. Size göre de bunun işaretleri var mı? O çok büyük bir kelime. Ben şöyle ifade edeyim; hükümetin son dönemde kendisinin hesap vermesini zorlaştıracak bir dizi adım atıyor olmasını endişeyle izliyorum. Daha yeni bir seçimden çıktınız, önünüzde yine seçimler var. Seçimler demokrasilerde hesap verme yükümlülüğünün önemli bir ayağıdır ama hesap verme yükümlülüğünün tamamını karşılamaz. Twitter ve YouTube yasakları, İnternet Yasası, MİT Yasası, HSYK’yı kontrol altına alma çabası... Bunların hepsi hükümetin kendi hesap verme yükümlülüğünü zayıflatmaya çalışan adımlar. Sadece seçim gününde hesap veren, iki seçim arasında istediğini yapan hükümetleri kimse istemez. O iki seçim arasında hükümetlerin hesap verme yükümlülüğünün sağlıklı işlemesi için de özgür basın ve hukukun üstünlüğü olmazsa olmazdır. Çoğunlukçuluk demokrasiyle aynı şey değildir. Bu vurguyu neden yapıyorsunuz? Türkiye’nin bugün çoğunlukçuluğun demokrasinin önüne geçtiği bir biçimde yönetildiğini mi düşünüyorsunuz? Türkiye demokrasinin bazı unsurlarına sahip. Ancak demokrasinin bazı unsurları hükümetin seçim dışı hesap verme yükümlülüğünü zayıflatma çabaları nedeniyle tehdit altında. Hükümet, hesap verme yükümlülüğünü zayıflatmayı meşrulaştırmak için çoğunlukçuluk söylemini kullanıyor. T24
Bomba Etkisi Yaratan Sözlerin Şifresi: Gül'den İki Şart
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, dün Kütahya’daki sözleriyle siyasetin gündemini bir anda değiştirdi. Başbakan Erdoğan ise bu açıklamayla ilgili sorulara, “Sayın Cumhurbaşkanımızdan dinlemeden bir şey söyleyemem” yanıtını vermekle yetindi. Gül’ün, açıklamasından hemen sonra Ankara’da bu ifadelerin şifreleri çözülmeye çalışıldı. “Bugünkü şartlar” şerhi Gül’ün açıklamalarının en dikkat çekici yönü elbette Gül’ün “siyasi planım yok” ifadesi. Ancak bu ifadenin öncesinde Gül’ün bir şerh koyduğuna dikkat etmek gerekiyor. Gül, siyasi planının olmadığını değil, “Bugünkü şartlar çerçevesinde” bir siyaset planının olmadığını ifade ediyor. Çankaya çevrelerinden edindiğimiz izlenimle, bu şerhi birlikte değerlendirdiğimizde, Gül’ün siyasi yaşamı ve Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin düşüncelerini, açıklamasındaki şifreleri şöyle özetleyebiliriz: 6 başlıkta Çankaya seçiminin seyri 1- Gül’ün ana mesajı “bugünkü şartlar çerçevesinde” gizli. Devamında Gül, “Cumhurbaşkanı olduğum için bazı konuları açık konuşmak beni sınırlıyor. Ama şu da gerçek ben bağımsız şekilde siyasete girmiş veyahutta cumhurbaşkanı olmuş bir insan değilim. Dolayısıyla bunları arkadaşlarımız ile konuşacağımızı, tartışacağımızı ve neticede bir karara varacağımızı söyledim” diyor. Bu ifadeler, Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin düğümlerin Gül-Erdoğan görüşmesinde çözüleceği tezinin hala geçerli olduğunu gösteriyor. 2- Erdoğan isterse çekilecek: Edindiğimiz izlenime ve başkent kulislerine yansıyan bilgilere göre, bu görüşmede Erdoğan, Cumhurbaşkanı adayı olmak istediğini söylerse, Gül buna karşı çıkmayacak ve yeniden aday olmayacak. Erdoğan’ın Köşk’e çıkmasına karşı bir hamlede bulunmayacak. 3- Emanetçi olmam: Gül’ün dünkü ana mesajı da aslında Erdoğan’ın Köşk’e çıkmayı istediği varsayımına dayanıyor. Gül, “Bugünkü şartlar çerçevesinde” ifadesini kullanarak, Erdoğan’a, Çankaya Köşkü’nden inmesi halinde “emanetçi başbakan” olmayacağı mesajını veriyor. 4- Mesajlardaki rahatsızlık: Gül’ü bu mesajı vermeye son günlerdeki bazı açıklamalar ve yorumların ittiğini söylemek mümkün. Erdoğan’ın partisinin milletvekilleriyle yaptığı görüşmede “Köşk’e çıkarsam tam yetki kullanırım” dediğine yönelik haberler ve bu ifadelerin Ak Parti tarafından sahiplenilmesi, Gül’ün “emanetçi olmam” mesajını vermek ihtiyacı hissetmesine yol açtı. Gül’ün, yine Erdoğan’ın aynı toplantıda söylediği belirtilen “Koşan, terleyen cumhurbaşkanı” ifadesinden de rahatsızlık duyduğu belirtiliyor. Gül, aslında bu toplantıdan bir gün sonra katıldığı etkinlikte, bu konudaki soruları “Terleyip terlemediğimi siz biliyorsunuz” diye yanıtlayarak bu rahatsızlığının ipuçlarını vermişti. 5- Rencide eden yorumlar: “Bugünkü şartlar çerçevesinde” ifadesinin bir diğer kaynağı ise son dönem Ak Parti’ye yakın bazı yorumcuların verdikleri mesajlar. Çankaya’da, yorumcuların mevcut Cumhurbaşkanı’nı rencide edici ifadeler kullandığı yorumları yapılıyor. Yine Ak Parti’ye yakın yorumcu ve gazetecilerin “Ak Parti’de eşbaşkanlık formülünün yaşama geçirileceği, Gül ile Numan Kurtulmuş’un eşbaşkan olacaklarına” yönelik yorumları ve yapılan haberler Çankaya’da rahatsızlık yaratıyor. Başbakan Erdoğan’ın bu haber ve yorumlara yönelik tepkisinin olmaması da benzer düşüncelerin hükümet tarafından da tartışıldığı şeklinde yorumlanıyor. Gül’ün bu ortamdan rahatsız olduğu ifade ediliyor. 6- Güçlü başbakan: Gül, “Erdoğan Cumhurbaşkanı-Gül Başbakan” formülü yaşama geçirilecekse, bugünküne benzer bir sistemin sürmesi gerektiğine inanıyor. Erdoğan’ın kendisinin yaptığı gibi bir cumhurbaşkanlığı yapmasını, güçlü ve icracı Başbakanlık görevinin ise kendisi tarafından üstlenilmesi gerektiğini düşünüyor. Başbakanlık kriterleri Aslında bütün bu bilgileri Gül’ün hangi koşullarda “Cumhurbaşkanı Erdoğan-Başbakan Gül” formülünü kabul edeceği şeklinde özetlemek ve bunu iki başlıkta sıralamak da mümkün: Gül, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı olması halinde hiçbir itirazda bulunmayacak. Başbakanlık görevini ise ancak Erdoğan gibi hükümetten tek sorumlu isim olması halinde kabul edecek. Yarı başkanlık ya da partili cumhurbaşkanı olarak başlıklandırılan ve başbakanı Köşk gölgesinde bırakacak bir formülün getirilmesi halinde ise bu görevi kabul etmeyecek. Gökçer Tahincioğlu | Milliyet
Gazetecilerden Başbakanlık İçin Tahminler
Erdoğan, Çankaya Köşkü'ne çıkarsa yerine kim başbakan ve parti başkanı olacak? Buna dair ihtimalleri sorduğumuz gazeteciler farklı senaryolar çizdi. Avni Özgürel: Binali Yıldırım Tayyip Bey'in cumhurbaşkanı olması halinde AK Parti’de herhalde isim üzerinde ittifak edeceklerdir. Ama Tayyip Erdoğan ile daha uyumlu çalışabilecek, daha icracı bir başbakan olacaktır bu. Tayyip Erdoğan tarzı siyaset üretmekten ziyade icracı, daha projeci bir ismin başbakan olması beklentidir. Teknik bakanların hepsi olabilir ama bana göre Binali Yıldırım olabilir. İki tarz insan var partide zaten. Bir tarz Ahmet Davutoğlu gibidir. Bir tarz da Binali Yıldırım gibidir. Ahmet Davutoğlu gibi bir tarz uluslararası siyasete ağırlıklı ve farklı yaklaşan bir başbakanlık demektir. Bir de Binali Yıldırım gibi daha kalkınmacı ve projeci bir isim olabilir. 3 dönem kuralı genel başkanlığa engel değil. Oral Çalışlar: Numan Kurtulmuş Çeşitli adaylar var. Bir tanesi Abdullah Gül tabii ki. Yahut da Başbakan’ın işaret edeceği isim olacak. Binali Yıldırım gibi icraat yapan bir isim ön plana da çıkabilirdi. Ali Babacan da olabilirdi ancak o da Binali Yıldırım gibi siyaset dönemini kapatıyor. 3 dönem kuralını genel başkan için de uygulayacaklardır. 3 dönemi doldurmamış olan Numan Kurtulmuş belki olabilir. Ali Bulaç: Abdullah Gül İdeal olan Abdullah Gül’ün başbakan olmasıdır. Dolayısıyla Sayın Abdullah Gül ile Sayın Başbakan’ın bugün yer değiştirmesi söz konusu. Fakat burada bir problem de olabilir. Bugünkü Cumhurbaşkanı’nın yetkileriyle eğer Sayın Erdoğan yetinecekse bu ideal bir çözüm olur Türkiye için. Ama seçimle başa gelen ilk cumhurbaşkanı olacağından ve Sayın Erdoğan bütün yetkilerini kullanmak isteyeceğinden, burada yeni cumhurbaşkanı ve başbakan arasında zorunlu olarak bazı gerilimler yaşanabilir. Bu da Türkiye için iyi olmaz. Bana göre en ideal olanı bugünkü yetkileriyle yetinen Sayın Erdoğan’ın çıkması ve tam yetkili kılınmış başbakan sıfatıyla da Sayın Abdullah Gül’ün partinin ve yürütmenin başına geçmesidir. Bunun yerine Erdoğan siyaset yapma işini sürdürebilir ve cumhurbaşkanlığı için icraatçı bir isim de olabilir ve bu isim için de Numan Kurtulmuş düşünülüyor. Fakat bu parti içerisinde üzerinde mutabakata varılabilecek bir seçim gibi görünmüyor. Cevat Öneş: Abdullah Gül Son gelişmeler Erdoğan’ın şahsen cumhurbaşkanlığına çıkmak istediğini gösteriyor. Tabii ki başbakanlığa AK Parti’de genel kurul yapılıncaya kadar geçici bir adayla devam ettirilecektir. Zaten başka bir alternatifi yok. Abdullah Gül’ün parti üzerindeki toparlayıcılığı önemli. Abdullah Gül’ün kongre ile gelebileceği işaretlerini veriyor gelişmeler. Her şey düşünülebilir ama AK Parti’nin toparlayıcı olarak birliğini devam ettirmesi bakımından Abdullah Gül’ün kongre ile birlikte daha şanslı olabileceği görünüyor. Nihal Bengisu Karaca: Abdullah Gül ya da Ahmet Davutoğlu Başbakan, 3 dönemi doldurmamış biri olacaktır ya da 3 dönem kuralının ve seçim sisteminin devamı kararı ile kritik ve kaotik bir sonuca yol açmayacak, mevcut durumun devamından yana olan sistemlerin seçilmesi, belki de Abdullah Gül’ün o mevcut şartlarda siyaseti düşünmüyorum cümlesinin esnemesine yol açacaktır. Belki istişare edilen tam da budur. Belki birkaç gün sonra Abdullah Gül’den siyasete sıcak baktığına dair başka ifadeler duyabiliriz. Önce on aylık geçici biri seçilecek ama o değil mevzu. Bayburt formülü gibi yöntemlerle başbakan olabilir. O gün geldiğinde Gül siyaseti düşünecek belki. Başka bir isim olarak da hep ismi geçen Davutoğlu var. O da AK Parti tabanı ve kurmayları arasında ismi pekâlâ aday olabilecek isimlerin arasında geçiyor. Bir hayli seveni ve destekleyeni var. O da düşünülebilir. Belki genel olarak 3 dönem kuralı kalkmaz, Erdoğan için kalkabilir gibi bir senaryo da konuşuluyordu ama kararın sunumu ve lanse edilişi öyle olacakmış görünümü vermedi. Anket ve istişarelerle alındı bu karar. Bu demektir ki Erdoğan Çankaya’ya gidiyor. O anket ve istişarelerden bağımsız düşünecek olursak bu 3 dönem kuralı Erdoğan için geçerli olmayacak düşüncesi mümkün olabilirdi. 3 dönem yasağı kalkacak idiyse herkes için kalkardı diye düşünüyorum. aljazeera.com.tr